Önce, açılış konuşmasını yapmak üzere büyük Ece’yi sahneye davet edelim:
Takvim yaprakları 2010 yılını gösterirken (12 yaşıma tekabül etmekte) Türkçe dersi esnasında, öğretmenimiz şöyle bir duyuru yaptı:
“Arkadaşlar, bu yıl Edirne Valiliği bir şiir yarışması düzenliyor. 23 Nisan kapsamında düzenledikleri bu yarışmanın teması, çocuk hakları. Katılmanızı isterim. Dersi burada bitiriyorum, serbestsiniz. Dileyenler kitap okuyabilir, dileyenler şiir yazıp bana gösterebilir.”
Hızla defterimin arkasını çevirip büyük harflerle başlık attım: ÇOCUK HAKLARI!
İlk dörtlüğü yazdıktan sonra zil çaldı, bir hışımla öğretmene gösterdim. “Çok güzel bir başlangıç olmuş Ece, devam et mutlaka. Sonra yarışmaya gönderelim.” sözlerini duyunca kendisinden, aldı beni bir heves. Son ders de bitip eve gittiğimde hemen attım elimi bir temiz kâğıda ve okulda yazdığım ilk dörtlüğü geçirdim güzelce. Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalarken ben babamın beşiğini tıngıır mıngır sallar iken üç dörtlük daha yazdım ve şiirimi tamamladım.
Ertesi gün Türkçe öğretmenimiz şiirimi teslim aldı ve yarışmaya yolladı. Aradan bir hafta geçti ve nöbetçi öğrenci, matematik dersinde olduğum esnada beni çağırdı. Dersten büyük sevinçle çıktım. (zira matematik ile aramızda hoş bir birliktelik olduğunu söyleyemem. özellikle de ortaokulda.)
Sorularıma rağmen kimin çağırdığını öğrenemeden öğretmenler odasına indirildim. Tam kapı önünde de Türkçe öğretmenimiz kollarını açmış beni bekliyordu. Anlam veremedim ve ona doğru yürüdüm. “Ece” dedi gülümseyerek, “Ece, yarışmada ikinci oldun.” Kocaman sarıldık birbirimize. Yanaklarım al al olmuş, bedenimde tarifsiz bir mutluluk varken öğretmenim devam etti. “Ayın 28’inde ödül töreni olacak. Müdür ve ben de geleceğim. Sen de ailene ver bu güzel haberi.”
Develer tellal, pireler berber iken ayın 28’i gelmiş ve biz büyük bir mutluluk içinde hep birlikte tören yerine teşrif etmiştik. Sıra bana geldiğinde ismim okundu: ‘Çocuklar Küçük Değildir’ adlı şiiri ile ikinci olan öğrenci Ece Özer!
Alkışlar eşliğinde kızaran yanaklarımla birlikte, hediye paketine sarılı olan ödülümü aldım ve şu sözlerle kocaman gülümsedim: “Çok teşekkür ederim.”
Eve geldik, babaanneme koştum. “Ah kızanıma genee, babaannesin kuzusu bu kuzusu.” deyip şefkatli kollarıyla sardı, öptü beni. “Deden yaşasaydı” dedi, “Ne gurur duyardı seninle şimdi. Çok severdi o da şiir okusun, yazsın.”
Duyardı bilirim, çok mutlu olurdu, benden çok sevinirdi bu duruma. Bunun şerifine bir şiir de kendi yazardı.
Ben o günden sonra oturup hiç şiir yazmadım. Ha yazdım ama nasıl yazdım? Bir dörtlükten oluşan (aa kimisi yedi dize, hakkını vermek lazım) ve çoğunlukla maniyi andıran türde. Adına şiir denirse şayet. (ben özlü söz demeyi tercih ediyorum. zira onları şiirden saymak, onca şaire hakaret olur.)
bkz. “Sen benim gün ışığım/ Sen benim ilhamım/ Sen benim kalbimde yer alan/ Küçük kan damlacıklarımsın” (gülmeyin. yanılmıyorsam yine 12 yaşımda yazmıştım bu dizeleri. kan damlacıkları kısmını ben de sorguluyorum. henüz literatürde yeri yok.)
Birçoğu falım sakızlarında çıkan dörtlükleri andırıyor. Fakat o yıllara ait, ‘şiir defteri olamayan şiir defterimin‘ içinde bu özlü sözler harici birkaç şiire rastladığımı söyleyebilirim. Sonrasında, hepsini bir yarışma sebebiyle yazdığımı fark ettim…
Aradan tam on yıl geçti ve ben ilk kez yazmaya başladım, gerçek anlamda şiirler! Bu kez yarışma için de değil üstelik. 22 yaşıma birkaç hafta kalmışken en güzel doğum günü hediyesi bu oldu benim için. Çünkü akabinde bolca şair de okumaya başladım, hiç okumadığım kadar. Meğer kaçırdığım ne çok şey varmış hayatta. Şiirlerde saklı ne çok ömür, ne çok hatıra…
Bu yargıya varmamı sağlayan şeylerin başında son zamanlarda çok fazla dergi okumam ve birkaç ay önce bir yazarın kalemiyle tanışmam geliyor. Hatta ne mutlu bana ki kendisiyle röportaj yapma fırsatı da buldum yakın zamanda. (Korona’nın ülkemizi etkisi altına almadığı, o son güzel haftalardan birinde.) Montajını bitirip dergiye atar atmaz, bu bağlamda bir yazı yazmayı düşünüyorum. Bloğum aracılığıyla da birçok kişiye ulaşsın isterim. Çok güzel işler yapıyor çünkü. Bilinmeli tüm bunlar. Daha iyilerini de yapacak eminim.
Şu an tek engel, karantina sebebiyle okulda olamıyor oluşum. Zira montajın son ayarlarını yapmak için okulumuzdaki yazılımı kullanmam gerekiyor. Eğer önümüzdeki haftalarda röportajı yayımladığımız haberini verirsem bilin ki bir B planı bulmuşumdur… (üzerinde çalışmaktayım.)
Birazdan okuyacağınız dizeler, şiirin yalnızca kafiye yapılarak yazıldığını sanan ve şimdilerde o ödülü nasıl alabildiğini düşünen on iki yaşındaki bir kız çocuğuna aittir. Sözlerimi burada noktalarken mikrofonu küçük Ece’ye devrediyorum. Bugün onun günü.
Çocuklar Küçük Değildir
Çocuklar küçük değildir.
Onlar bir büyük gibidir.
Asıl küçük olanlar,
Onları hor görenlerdir.
Küçükler hep hayal eder,
Kalpleri büyüktür onların.
Büyükler ise çok bilmiş,
Çocukları küçümsermiş.
Büyükler hep ‘hayır’ derler.
Buna hepimiz şahidiz.
Neden hep hayır derler,
Bunu hepimiz bilmeyiz.
Biraz bizi dinleseler,
Buna hepimiz seviniriz.
Dertlerimizi paylaşıp
Şarkılar söyleriz.
(Ece Özer, 12)
Tam 100 yıl oldu! Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, tam yüz yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Türk halkı 100 yıl önce ilan etti bağımsızlığını! 1924 senesi, bu günün bayram olarak kutlanılmasını istedi Mustafa Kemal. 1929 senesi ise bu bayramı, çocuklara armağan etti. Üzerine ne yazsak, ne çizsek az. Onun öğretileri ve inkılapları ışığında bu ülkede çocuk olmak, bize en güzel hediye. Kutlu olsun 💐
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Yalnız şiir efsane 😀
BeğenLiked by 1 kişi
Hiç sorma İlke 😄
BeğenBeğen