Eskişehir’den memlekete dönmeden önce kitapçıya uğrayıp kendime bir/birkaç kitap hediye etmeyi gelenek hâline getirdim. Bu hediyelerden biri de geçen hafta aldığım, Van Gogh’un abisine yazdığı mektuplardan oluşan bu kitaptı.
Dönem içerisinde neden memlekete döndüğüm konusuna gelecek olursak hepimizin bildiği gibi Koronavirüs, etkisini hızla artırmayı sürdürüyor. Çin ve İtalya, bunu en derinden hisseden ülkelerin başında geliyor. Ülkemizde de bu durumun yaşanmaması adına üniversiteler 3 hafta tatil edildi.
Bu haber ilk yayımlandığı andan itibaren otobüs biletleri hızla tükenmeye başladı. Üniversite öğrencileri, bir an önce memlekete dönebilmek için bilet şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluşturdu. Ben de 5 gün sonrasına alabildim. Nitekim, bu çarşamba sabahı, gözümü memlekette açtım. Otobüsteki çoğu yolcunun maske takması ve atmosferdeki yoğun kolonya kokusu, unutamayacağım bir hatıra olarak kazındı hafızama. Şimdiden çocuklarıma anlatacağım ne çok şey oldu, üstelik henüz 21 yıldır hayattayım…
Gelgelelim şu an size bu satırları Edirne’den yazıyorum, annem karşı koltukta mavi yumağı ile örgü örmekte 🙂
Raflarda bu kitabı görmeden önce Van Gogh’a ait satırları barındıran bir kitap olduğundan habersizdim. Bu şaşkınlığımın önüne geçecek olan bir diğer hadise ise Van Gogh’un duygu durumuydu. Yalnız ve melankolik yaşamını, abisine yazdığı mektuplar vesilesiyle tanırken ne yazık ki şu yargının doğruluğunu kanıtlar hâle geliyoruz:
Biz sanatçıya, öldükten sonra değer biçiyoruz…
“Theo’ya Mektuplar” adlı bu kitabı okumanızı ve Van Gogh’u daha yakından tanımanızı dilerim… Sizler için bu kitaptan 38 alıntı bırakıyorum:
- Güzel bir kadından, güzel bir kızdan hoşlanmaz mısın diye sordu bana, ben de dedim ki çirkin, yaşlı, yoksul ya da herhangi bir nedenden ötürü bahtsız da olsa, hayat görgüleri, çektiği acılar, çileler yüzünden bir zekâ ve bir ruh edinmiş olan bir kadınla daha iyi anlaşabilir, uyuşabilirim. (s.6)
- İçten, candan yaşayan, gerçek acılar ve hayal kırıklıklarıyla karşılaşıp da yıkılmayan adam, her işi rastgelen ve bir bakıma bolluk içinde ömür süren adamdan daha değerlidir. (s.8)
- Var gücümüzle gerçek, içten bir hayat sürmeye çalıştık mı her şey yoluna girer, derin acılara, gerçek kırgınlıklara uğramak zorunda kalsak da; herhalde ağır hatalara da düşeceğiz, kötülükler de yapacağız ama daha çok hata işlesek de cömert ve coşkun olmak cimri olmaktan, fazla tedbirli olmaktan daha iyidir. (s.8)
- Hayat kısadır, vakit çabuk geçer; insan bir alanda yetkinliğe erer de o alanı iyice kavrarsa, daha birçok şeylerin anlayışına ve tanımına da varır zamanla. (s.9)
- Dünyaya karışmak, birçok insanlarla görüşmek kimi zaman iyidir, kimi zaman öyle yaşamak zorundayız ama tek başına kalıp rahat rahat çalışmayı seçen, yalnız birkaç dostuyla görüşmek isteyen adam, insanlar arasında ve dünyada kendine en çok güvenen adam olarak çıkabilir karşımıza. (s.9)
- Sanat kelimesinin şu tanımlamasını bir dinle, daha iyisi yapılamaz bence: “Sanat doğaya eklenmiş insandır.” (s.17)
- Sen de zaman zaman âşık olur musun, Theo? Olmanı isterdim, çünkü inan bana küçük dertlerin de bir değeri var. (s.19)
- “İnsan sevmeli, sonra sevgisinden kopmalı ve yeni baştan sevmeli!” (s.22)
- İnsan hayatta gerçekten âşık oldu mu yeni bir kıta keşfetmiş gibi oluyor. (s.24)
- Modelsiz çalışmak bir figür ressamı için, hele başlangıçta kâbusun ta kendisidir. (s.26)
- “Güçsüz bir eser vermektense hiçbir eser vermemek daha iyi.” (s.27)
- Resim mesleği de, tıpkı demircilik ya da hekimlik gibi, insana yaşamak için yeterince para kazanmak olanağını sağlayan bir meslektir. (s.27)
- Resim üstüne düşünmenin iki yolu vardır: how to do it, nasıl yapmamalı ve nasıl yapmalı, nasıl çok desen ve az renkle yapmalı ve nasıl çok renk ve az desenle yapmamalı. (s.28)
- Ne müthiş bir şey bir nesneye bakıp onu güzel bulmak, sonra da üstünde düşünmek, onu kavrayıp aklında tutmak ve kendi kendine demek ki: bu nesneyi çizmeye koyulacağım ve onu resimde canlandırıncaya kadar çalışacağım. (s.29)
- Peki baylar, ne olduğunu söyleyeyim de, siz ki biçimlere ve uygarlığa düşkünsünüz ve gerçeğin gerçeği olmak şartıyla düşkün olmakta haklısınız, siz söyleyin: bir kadını terk etmek mi yoksa terk edilmiş bir kadına acımak mı daha uygarca, daha insanca, daha erkekçedir? (s.30)
- Sanatın ne anladığımı kavramalı: gerçeğe varmak için uzun zaman ve çok çalışmak gerek. Varmak istediğim ereğe çok zor varılır, yine de varılmaz bir erek değildir sanıyorum. (s.33)
- Çoğu insanların gözünden neyim ben -değersizin biri ya da tuhaf, aykırı, hoşa gitmeyen bir adam- toplumda kendine bir yer bulamamış, yer bulamayacak bir yaratık, yani hiçten de daha aşağı bir şey. (s.34)
- Çoğu zaman yoksulluk içindeysem de, içimde yine de bir uyum, rahat ve duru bir müzik vardır. En fakir evceğizde, en sefil köşecikte resimler, nakışlar görürüm ve gönlüm, dayanılmaz bir itişle o yöne doğru akar. (s.34)
- Hayata ve hayatın özü olan sanata karşı öyle engin öyle geniş bir duygum var ki, bazı kimselerin alabildiğine özendiğini görünce kasılıyorum, sahte buluyorum bu özentilerini. (s.35)
- Sanatın en yüce, en soylu bir örneği bugün de gene İngiliz sanatıdır benim gözümde. Millais’dir, Herkomer’dir, Holl’dur. (s.35)
- Renk ustası, doğada bir renk gördü mü onu iyice çözümleyebilen ve örneğin şöyle diyebilen adamdır: bu yeşil gri siyahla sarı karışımıdır, içinde hemen de hiç mavi yoktur. (s.37)
- Doğa duygusu ve sevgisi er geç dile gelir sanatla ilgilenenlerde. Ressamın ödevi doğaya büsbütün dalmak, olanca aklını kullanıp olanca duygusunu eserine koymaktır ki başkalarınca anlaşılır hâle gelsin eseri. Satış için çalışmaksa asıl iyi yol değildir bence, sanatseverlere boş vermektir. (s.37)
- İçinde bir şey sana “Sen ressam değilsin,” diyecek olursa, asıl o zaman var gücünle resme sarılmalısın kardeşim, ancak bu yoldan susturabilirsin o sesi, yani yalnız resim yapmakla susar o; yok, kuşkuya kapılır da derdini dostlarına dökmeye kalkışırsan, enerjinden, en değerli gücünden bir şey yitirirsin. (s.39)
- Ama gelişmek istiyorsak toprağın içine dalmalıyız. Onun için sana diyorum ki; Drenthe toprağının içine dik kendini, filizleneceksin, kaldırımın üstünde solup kuruma. (s.40)
- Millet’in şu sözü düşündürüyor beni: “Acıyı ortadan kaldırmak istemem, çünkü çok kez sanatçıları kuvvetle dile getiren odur.” (s.46)
- Köylüleri onlardan biriymişiz gibi çizmeliyiz, köylü gibi duyarak, köylü gibi düşünerek. (s.52)
- Biliyor musun, insana asıl yürek veren, insanın duygu ve düşünceleriyle tek başına koşmaması, bir grupla güç ve işbirliği hâlinde çalışmasıdır. Öyle olunca, insan daha çok iş başarır ve çok daha mutlu olur. (s.63)
- Ressamlar -yalnız onlardan söz edecek olursak- ölüp gömüldükten sonra kendilerinden sonra gelen bir ya da birkaç kuşağa seslenirler eserleriyle. (s.84)
- Ben gözlerimin önünde olanı olduğu gibi vermekten çok, boyayı kendime göre bir amaçla, dile getirmek istediğimi daha kuvvetle dile getirmek için kullanıyorum. (s.90)
- Başın arkasında, çirkin apartmanın bayağı duvarını boyayacağıma, sonsuzluğu boyarım, elde edebileceğim en zengin, en derin maviyle düz bir fon yaparım ve böylece, ışıklı sarışın kafa canlı mavi üstüne gelince, sonsuz gökte bir yıldız parlıyormuş gibi olur. (s.90)
- Resim toplum hesabına yapılmalı, bir de masrafları yükletilmemelidir ressama. (s.91)
- “Brezilya’da bulunan ateş böceklerini bilirsiniz, bunlar o kadar parlarmış ki kadınlar geceleri iğnelerle saç tuvaletlerine takarlarmış onları. Ün de güzel bir şey ama iğne ateş böceklerine ne ise, ün de sanatçıya odur.” (s.94)
- İnsan ressam oldu mu, adı ya deliye ya da zengine çıkar; bir bardak süte bir frank, bir dilim yağlı ekmeğe iki frank ödetirler size, tablolarsa hiç satılmaz. (s.96)
- Tolstoy ne bedenin ne de ruhun bile ölümden sonra dirileceğine inanmıyormuş meğer ve nihilistler gibi o da ölümden sonra bir şey yok diyormuş ama öldükten sonra insan ölü de olsa, insanlık canlı kalır. (s.104)
- Ah keşke bütün sanatçılar yaşamak ve çalışmak olanağını bulsalar! (s.105)
- Japonların elinden çıkan her parçadaki sonsuz keskinliği kıskanıyorum. Yaptıkları hiçbir zaman can sıkıcı değil ve hiçbir şeyi de aceleyle yapmışa benzemiyorlar. Çalışmaları nefes alır gibi sade; ,bir figürü birkaç çizgiyle öyle rahatça çiziyorlar ki, bu iş yeleğinin düğmelerini kapamak kadar basitmiş gibi. (s.108)
- Ne yaparsın, bu hayatta alınacak tek ders, yakınmadan çile çekmesini öğrenmektir. (s.125)
- Hayatta bir baltaya sap olmadım ve kafam da hem şimdi, hem daha önceden de soyut işliyor, yani başkaları benim için ne yapsa, ben düşünüp de dengeye sokamıyorum hayatımı. (s.128)
Theo’ya Mektuplar, Vincent Van Gogh, Remzi Kitabevi, 2017
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼