“Çok usludur o teyzesi, ağzı var dili yok.” cümlesi bir yerlerden kulağınıza çalındı mı? Ya da şu cümle: “İşi gücü yaramazlık, bizimki adam olmayacak, belli.”
Çoğu yetişkin, kendilerine söylendiğinde hoşlarına gitmeyen şeyleri çocuklara rahatça söyleyebiliyor. Örneğin patronu tarafından “Ne kadar çelimsizsin, bunca işin altından nasıl kalkacaksın?” sözlerini duymak bir çalışan için ne kadar kırıcı ise aynı çalışanın bir çocuğa “Ah sen çok zayıfsın, bir deri bir kemik kalmışsın, annen beslemiyor mu yavrum?” şeklinde şakavarî (olduğu sanılan) üslupla yaklaşmak da o denli normal karşılanıyor. Sizce de bu işte bir terslik yok mu?
“Bir çocuğun küçüklüğünde aldığı ilk itibarlar bütün ömrünce devam eder.” diyor Heinrich Schlimann. Bu durumu şuna benzetebiliriz. Islak bir kile şekil verdiğinizi hayal edin, kurumaya bırakana kadar olan süre, (tabiri caizse çocukluk dönemi) hareketlerinizle doğru orantılı olarak kil bir forma dönüşüyor. Kuruduktan sonra üzerinde oynamalar yapmak ise hayli zor.
İçinde bulunduğumuz kültür ile de son derece ilişkili olan bu çocuk-yetişkin ilişkisi çoğu zaman bir hiyerarşi üçgeninde yer alıyor. Bu durumu daha iyi anlatabilmek için tasarladığım bir görseli paylaşmak istiyorum sizlerle:
En üst tabaka olarak nitelendirebileceğimiz aile büyükleri, çoğunlukla sözü en fazla dinlenen ve saygı duyulan kısım oluyor. (istisnalar tabii ki olacaktır.) Bir alt tabakadaki bireyler ise üst tabakaya yoğun saygı duymasının yanı sıra, altındaki tabakada söz sahibi olduğu için belirli bir özgürlük alanına sahip. Çocuklar ise tamamen üst tabakalara bağlı. Hatta öyle anlar geliyor ki her söz ve hareket için komut bekleyen robot moduna geçebiliyorlar. Sözüm meclisten dışarı, bu duruma hepimiz az ya da çok şahit olmuşuzdur. Size buna benzer durumu bir diyalog ile ifade edebilirim:
-Merhaba, ne kadar tatlısın sen, adın ne?
-Adımız Gülse, ablası.
-Öyle mii, ne kadar güzel bir ismin var, kaç yaşındasın peki?
-4 yaşında ama bir buçuk ay sonra 5’e gireceğiz.
Verdiğim uç bir örnek olsa da ne yazık ki gerçek. Bu ve benzeri diyaloglardan sonra çocukta oluşan “Zaten benim için bir başkası konuşabiliyor. Kendimi ifade etmeme gerek yok.” bilinci; beraberinde yabancılar ile karşılaştığında ebeveyninin arkasına saklanma, utanma, konuşmaktan çekinme gibi davranışları getirebiliyor. Yetişkinler tarafından “Ay utandı, tamam, tamam” ya da “Çok uslu maşallah” etiketi de yeyince çocuk, yaptığının saygılı bir davranış olduğunu zannettiğinde, bu davranışı pekiştirip ergenlik süresine kadar kendini ifade etmekten çekinen bir bireye dönüşebiliyor. Tabii bunlar benim şahsi fikirlerim, biraz da gözlemlerimden çıkardıklarım.
Toplumumuzda çok yaygın olan bir söz var, bilirsiniz :
Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma. Bu söz çok eskilere, hatta taa Konfüçyüs’e dayanıyor. O da yıllar önce insanlık için şunları dile getirmiş:

Tasarladığım hiyerarşi görselinden de yola çıkarak şu kanıya varıyorum:
Hangi tabakadan(ebeveyn-çocuk) olursak olalım insan, özünde Konfüçyüs’ün bu felsefesine bağlı kalırsa etiketleme eyleminin olumsuzlukları da o denli azalabilir.
Etiketlemek bir sanat ise insanoğlu bu sanata bağlı kalmaya, yıllardır süregelen bir gelenek misali devam ediyor. Yalnızca yetişkinlerin çocuklara uyguladığı etiketlerden bahsetmek haksızlık olur. Özellikle akran zorbalığını da bu çerçevede ele alabiliriz.
Ortaokul yıllarımda sınıfımızdaki boy ve kilo açısından azınlık durumunda olan birçok arkadaşımın çeşitli lakaplar ve eleştiriler yoluyla zorbalığa uğradığına şahit oldum. Her ne kadar kimimiz, bu davranışın yanlış olduğunu karşı tarafa belirtmeye çalışsak da işe yaramadığını anladığımızda etiket kavramının insanlardaki algısını bir çırpıda değiştiremeyeceğimizi anladım.
Etiketlemek zaman ve mekân tanımaksızın her yerde; okulda, sosyal medyada, aile içinde, ulaşım araçlarında…

Bana kalırsa yetişkinler arasındaki bu sürecin başlangıç kaynağı, kendi çocukluklarında. Zamanında onlar da bu sürece maruz kaldıklarından, gelenekselci bir yaklaşımla akranları ve sonraki kuşağa isteyerek ya da istemeden aynı süreci yaşatıyorlar.
Henüz 21 yaşındayım ve çocuk gelişimine dair kendi gözlemlerim dışında belirli bir donanıma sahip değilim fakat bir söz söyleme hakkım varsa şunu dile getirmek isterim:
Dünya üzerindeki her çocuk ıslak kil hamuru gibi bana kalırsa. Bulunduğu çevre ve şekillendirici müdahalelerle birlikte bambaşka ve özgün bir forma dönüşüyor. Siz o kile şekil vermeye çalışırken işaret parmağınızla o kile sertçe dokunup (tabiri caizse etiket yapıştırdığınızda) kil kuruduktan sonra parmağınızın bıraktığı oyukluğu görebiliyorsunuz. Sonrasında bunlar, o kilin (çocuğun) hayatı boyunca taşıyacağı etiketler olarak bünyesinde var olmaya devam ediyor. Olay tamamen bundan ibaret…
Ne demişti Konfüçyüs:
“Kendin için istemediğini başkalarına da yapma.”
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Çok güzel bir yazı olmuş sevgili Ece ellerine sağlık, ne güzel noktalara değinmişsin, keyifle okudum, sevgiler ❤
BeğenLiked by 1 kişi
Çok teşekkür ederim Aydek Hanım, sevgileer 💜
BeğenLiked by 1 kişi