Selam! Son zaman yazılarımın “sonunda döndüm” temasıyla başlıyor olması, bu yazımında da öyle başlayacağı hissi uyandırıyor olabilir. Ama yanılmadınız. Döndüm sonunda. (en azından sıralama değişik)
Feyyaz Yiğit’in dediği gibi “duygularımı hapse girmeyecek şekilde ifade edemiyorum.” Bu da görmezden geldiğim duygu ve düşüncelerim olmadan iki kelimeyi bir araya getirmemi engelliyor. Ha ben olmadan dünyanın sonu muydu, yo. Yani bir noktada öyle de benden bağımsız.
Sonra durdum düşündüm. Madem bir süredir bilinçli şekilde yazamıyorum, o hâlde defterlerimin çoğunun bu akışla bereli olduğu türü bloğa da taşıyayım. Hiç olmazsa “Bilinçli yazasınız mı yok? Üzülmeyin. Bilinç akışı sayesinde, yazmak artık hayal değil!” gibi bir reklam mottosuyla kendimi gaza getirebileyim. Yoksa bu şekilde bizi biz yapan değerlerden bir bir uzaklaşıyoruz. Ha özellikle şu zamanlarda zaten çok zor. Şu zamanlara bir de yaşamın %90’ını kaplamaya aday sosyal medyalar eklenince deveye hendek atlatmak deyimi göz kırpıyor. (deve: atladıysam eyvallah)
peki, bilinç akışı nedir?
TDK’ye göre “Düşüncelerin arka arkaya birbirini izlemesi” anlamını taşıyor. Edebiyatta da zihinden geçen düşünce kalıplarının damıtılmadan olduğu gibi kâğıda (ya da ekrana) geçirilmesini imgeliyor. Buna örnek olarak Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar‘ı gösterilebilir. Salinger’ın Çavdar Tarlasında Çocuklar ve Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli de aynı şekilde. Kimi okuyucuya göre bu tür, karmaşık bir altyapı barındırsa da zihnin ta kendisi aslında. Hatta o, ekstra karmaşık özlü.
terapi yöntemi olarak bilinç akışı
Pamuklara sarılı bir hayatınız yoksa (ki hiç sanmam) en az bir kez rahatlamak için yapılacaklar temalı listelere başvurmuşsunuzdur. Bunlardan biri olarak da hep “Bir kâğıda düşüncelerinizi olduğu gibi (küfür serbest diyor) yazıp sonra kâğıdı yakın ya da okunmayacak şekilde yırtıp atın.” derler. Bir noktada bilincinizi istediğiniz gibi salın, zaten kin kustuğunuz kişi ya da olayların erişimine kapalı diyor. Bunu özellikle lisede çok yapardım. Sonra hiçbirini yok etmemeye başladım. Demek ki 25’e varınca insan, okunma ihtimalini de umursamamaya başlıyor. Siz yine de sakıncalı bilinç akışlarınızı yok edin. Sorumluluk kabul edemem. (evet hâkim bey, etmiyormuş. etseydi kazanırdık, evet.)
kategori olarak bilinç akışı
Muhtemelen bilinç akışı #2 şeklinde devam edip (100’e kadar yolu var) yalnızca akan bilincimi paylaşıyor olacağım bu kategoride. Fakat değişimler gereklidir. İhtiyaç hâlinde farklı bir forma dönüşürse oturur konuşuruz insan gibi. (öhö hö)
Bu noktada dijitalde olduğumuz ve harici sebeplerden ötürü bilincimi yüzde yüz akıtamayacak olsam da yüzde altmış, nerden baksanız ciddi bir oran.
cımbızlama yöntemiyle bilinç akışı
Daha önce bilincimi akıtmış olduğum küçük defterimi aldım ve şimdi bir miktar bilincimi cımbızlayacağız. Hepsini olduğu gibi giremiyorum, bildiğiniz gibi harici sebepler. Çıkın çıkın akıtın bilincinizi ayol, dünya kısa.
“Sevgili kendim; varoluşsal sancılarıma bir son verme gayesiyle bilinç akışıyla yazmayı planlayıp aldığım bu defter, her zaman yaptığım gibi ilk sayfasını teğet geçip devam ettiğim bir defter değil artık! Göğsümdeki çarpıntının hangi atamdan miras kaldığını öğrenmek, epey yüzleşmek istediğim bir şey şu sıralar.
Aldığım kitabın üstünde yazıyorum. Bağırıyor başlık sanki dile gelip: ‘Seninle Başlamadı’ Sonra devam ediyor: ‘Kalıtsal Aile Travmalarının Kim Olduğumuza Etkileri ve Sorunların Üstesinden Gelmenin Yolları.’ Bir hevesle ‘Sorunların üstesinden kesin geleceğim abi ya’ düşüncesiyle aldığım söylense inkâr etmem.
Zihindekileri su doldurur gibi bardağa ‘foşşurt’ ettirmeli. Düşünmek, perde indirmektir kelimelere. Akranlarımın düşlerine sarılı bir yumağım da mahalle kedisine oyun olmuşum sanki. Bazı bazı ah’lıyorum. Belki de yaşam koca bir ah! Ağzımda başarısız bir elma-tarçın, su koyuverdiğim hisleri hatırlıyorum. Tüm bu şey’ler bütünü, içtiğim sıcak çayı güzelleştirmeye yetmiyor. Yetiremediğimiz sıcak çaylar gibi güzel olmayan düşlerle oynuyoruz bir de olası yarınlar yaratıp. Olasılıklar güzeldir. İşte bak en güzeli odur. Bugünler, dünlerimin gülüşleri. Yan masada üç adam sohbet ediyor: çocuk nasıl yetiştirilmeli? Ve insan korkmamayı doğuştan mı öğrenirdi yoksa korkarak mı?”
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece🌼