Herkese merhaba! Haftanın ilk günü, yeni bir seriyle başladı. İzlediğim film ve belgesellerin birçoğunu “Keşke herkese izletebilsem” düşüncesiyle bitirdiğimden erişilebilir olmalarını istedim. Bu sebeple, “Ne İzlesek” başlığı altında, her seride 10 film öneriyor olacağım!
Siz de bu serilere, kendi önerilerinizi ekleyebilirsiniz. İlgiyle takip ediyor olacağım 💛 İşte o çok severek izlediğim filmlerden 10 tanesi ve serinin ilki:
1. Dog Tooth (Köpek Dişi) – 2009
Yorgos Lanthimos‘un yönetmenliğini yaptığı 2009 yapımı Dog Tooth filmi, dış dünyadan izole edilen üç kardeşin uğradığı manipülasyonun deneysel bir hikâyesi. Kavramları ve dünyayı bambaşka şekillerde algılayan kardeşlerin, evden dışarı adım atmalarına izin verilmiyor. Çıkabilirler ama tek bir şartla: Köpek dişleri düştüğünde!
2. Persepolis – 2007
Marjane Satrapi‘nin aynı adlı çizgi romanından uyarlanan animasyon film, güçlü bir hükûmet eleştirisine sahip. Din ve siyasetin aynı çatı altında buluşturulmasıyla birlikte İran’ın değişen yaşam koşullarını gözlüyoruz. Ataerkil yapı güçlenirken kadınlar toplumdan soyutlanıyor.
– Bu şekilde koşmamalısınız. Koştuğunuz zaman arkanız uygunsuz hareket ediyor.
– Öyleyse kıçıma bakmayın!
3. Paris, Teksas – 1984
Wim Wenders‘ın yönetmenliğinde çekilen Paris Teksas, senaryosu Sam Shepard‘ın hikâyelerinden uyarlanan başarılı bir yol filmi. Yıllar önce birbirlerinden ayrılan çiftin yeniden buluşmasıyla birlikte hatıralar ve gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Oyunculuk ve sinematografi açısından birçok izleyiciden tam not alan filmin müziklerini üstlenen Ry Cooder ise bizlere işitsel bir şölen sunuyor.
4. Attila Marcel – 2013
Sylvain Chomet tarafından yazılıp yönetilen 2013 yapımı film, Fransız yazar Marcel Proust‘tan izler taşıyor. Paul ile birlikte, travmaların etkisini hissedip onlardan köşe bucak kaçıyoruz. Zaman ise saklanan gerçeklere gebe kalıyor. Sinematografik açıdan güçlü ögeler taşıyan film, müzikleriyle de adından söz ettiren yapımlar arasında yer alıyor.
“Cennet buracıkta ve siz onu mahvediyorsunuz. Lanet olası tuvalet kapılarını okusanız yeter. Lütfen burayı bulduğunuz gibi bırakın.”
5. Desert Flower (Çöl Çiçeği) – 2009
Waris Dirie‘nin aynı adlı adlı otobiyografik romanından uyarlanan Çöl Çiçeği, kadın sünneti geleneğine gerçekçi bir bakış sunuyor. Toplumda yer edinebilmek için sürdürülen vahşi geleneğin sebep olduğu etkilere bir de Dirie‘nin gözünden bakıyoruz. Bugün hâlâ sürdürülen bu geleneğe dair detaylı bir okuma yapmak isterseniz bu yazıma erişebilirsiniz.
6. Sonbahar – 2008
Özcan Alper‘in yönetmenliğinde gerçekleştirilen film, 90’lı yılların Türkiye’sinde öğrenci hareketine katılarak hapis cezası alan Yusuf’un hikâyesini anlatıyor! Aradan geçen yıllar, Yusuf’u tahliye edip köyüne götürse de sesini duyuramıyor olmanın umutsuzluğu, onu daha da içine kapanık biri hâline getiriyor. Onur Saylak ve Megi Kobaladze‘nin başarılı oyunculuğunun yanı sıra film, güçlü edebî yönler de taşıyor.
“Biliyor musun, sen şimdiki zamanda yaşamıyor sanki. Rus romanlardan kaçmış gibisin.”
7. Le Huitieme Jour (Sekizinci Gün) – 1996
Jaco Van Dormael‘ın yönetmenliğini yaptığı film, tesadüf eseri yolları kesişen iki adamın dostluğu çerçevesinde ilerliyor. Aynı sene, başrollerini paylaştıkları Daniel Auteuil ve Pascal Deuqenne, Cannes Film Festivali’nde “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü birlikte kazanıyor. Filmle birlikte bir kez daha anlıyoruz ki yaşamın kendi ritminde ilerlerken yarattığı tesadüflerin sonucu, binlerce kişiyi etkiliyor.
“Sen dünyadaki en içten insansın. Her şeyi yapabilecek güçtesin.”
8. The Internet’s Own Boy (İnternetin Öz Evladı) – 2014
2014 yılında yayımlanan belgesel, Aaron Swartz‘ın hayatı ve uğruna mücadele ettiği şeyleri konu alıyor. İnternet aktivisti olarak tanınan Swartz, bilginin herkes tarafından erişilebilir olmasını savunuyordu. Bilgi paylaşımını ücretsiz kılmak adına bazı girişimleri de oldu. Ama hukuki açıdan sorunlar yaşadı. Tüm bunlara rağmen, yaşamı boyunca erişilebilir bilgiyi savundu!
“Bilgi güçtür. Fakat her zaman olduğu gibi bu gücü kendine saklamak isteyenler var.”
9. Mary and Max – 2009
Senarist ve yönetmenliğini Adam Elliot‘ın üstlendiği stop motion türündeki bu film, birbirinden çok farklı karakter ve şehirlerdeki iki insanın mektup arkadaşlığıyla ilerliyor. Farklı çatılarda aynı yalnızlığı ve kırılganlığı gözlüyoruz. Mary and Max, acının ve sevincin bir arada yaşandığı naif bir film.
“Kusurlarımızı kendimiz seçemeyiz. Onlar bizim birer parçamız ve onlarla beraber yaşamak zorundayız. Diğer taraftansa arkadaşlarımızı seçebiliyoruz ve ben seni seçtiğim için çok memnunum.”
10. Tangerines (Mandalina Bahçesi) – 2013
2013 yapımı Tangerines, savaşın ve ölümün iç yüzünün yansıtıldığı başarı bir dram filmi. Birbirlerine düşman iki askerin aynı evde tedavi görmesiyle birlikte başlayan çatışma hâli, Ivo’nun yaklaşımıyla hayat dersine evriliyor. Niazi Diasamidze‘ye ait olan film müzikleri ise senaryoyu daha da güçlü kılıyor.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Persepolis’i izlemiştim, gerçekten de bir dönemin renkli ülkesinin ne hale geldiğini çok iyi anlatıyordu. Umarım listedekileri tamamlarıım..
Güzel paylaşım.
BeğenLiked by 1 kişi
Kesinlikle öyle, teşekkür ediyorum, keyifli izlemeler dilerim 🌼
BeğenBeğen