“Ürüne para ödemiyorsanız ürün sizsinizdir.”
Ocak 2020’de Netflix’te bir belgesel yayımlandı: Social Dilemma! Dijital mecraların mutfağında görev yapan birçok kişi, belgesele konu olan sosyal medya gerçeklerine ilişkin röportaj verdi. Kimisi Twitter’ın eski kurucularındandı, kimisi Google mühendisi.

Gerektiğinde ilgili kişilere satılan kişisel verilerimizden tutun, sosyal medyanın bizler üzerindeki emellerine kadar birçok konuya değindiler. Ne yazık ki bunları, kendimizden de pay çıkarabileceğimiz örneklerle de kanıtladılar.
Anlatısallık İtibarıyla Social Dilemma
Dijital platformların kullanıcıların sağlığı üzerindeki etkilerini, uzun vadede gerek yüzdelik oranlarla gerek kendi gözlemlerimizle anlayabilir hale geldik.
“Müşterilerine kullanıcı diyen sadece iki sektör var: yasa dışı uyuşturucu ve yazılım sektörleri.”
Sağlık üzerindeki etkilerinden en bilenenlerine, stresin de beraberinde getirdiği depresyon ve anksiyete vakalarının artmasını örnek verebiliriz. Belgeselde röportajların yanı sıra bu noktalara değinen kurgusal hikâyeler de mevcut.
Savundukları bir diğer görüş ise şu: İnsan, doğası gereği kısa aralıklarla onaylanma ve takdir edilme ihtiyacına sahip bir canlı değil. Fakat özellikle İnstagram, Facebook, Twitter gibi beğeni ve yorum çemberi bulunan platformlar, buna ihtiyacımız var izlenimini başarıyla sürdürüyorlar.

Paylaştıkları gönderilerin sanal ortamda beğenildiğini gözlemleyen kullanıcılar, kısa süreli mutluluk hormonu salgılıyor. Bu da zamanla yeterli olmamaya ve onları daha fazlasını istemeye itiyor. Meydana getirdiği davranış ise dijital ortamda daha fazla var olup daha fazla beğeni ve etkileşim isteği. Daha fazla ve daha da fazla…
Bu gibi dijital platformların kurucuları ise her geçen gün, kullanıcılarını nasıl daha çok ekrana hapsedebileceklerinin planlamasını yapıyor. Bundandır ki son zamanlarda birçok uygulama, tıpkı İnstagram’da olduğu gibi hikâye paylaşabilme özelliği getirdi. Amaç, daha uzun süreli ekran izlenirliği. Daha fazla ve daha fazla…
“Bize fayda sağlamak için yapmıyorlar bunu. Sadece daha çok para kazansınlar diye zombi gibi ekrana bakalım istiyorlar.”
Bir noktada kullanıcılar ve kurucuların aynı paydada buluştuğunu söyleyebiliriz. Her ikisi de daha fazlasını arzuluyor. Fakat biz kullanıcıların atladığı bir nokta var: Ücretsiz olarak erişilen platformların, yalnızca bizlere fayda sağlamak için yapılmadığı.
Sosyal Medyanın İkinci Yüzü
Öyle bir sistem inşa ediliyor ki insanlar, tanınırlığı ve popülaritesi yüksek olan platformların güvenirliğinden şüphe etmez hâle geliyorlar. Rahatlıkla üye olup kişisel verilerini (yazılı ve sözlü ifadeleri, fotoğrafları vb.) gizli olduğunu düşündükleri sosyal medya hesaplarında paylaşabiliyorlar.
Sistemin, onların verileri sayesinde böylesi rahat döndüğünü ve her hareketlerinin izlendiği kısmını ise çoğu zaman atlıyorlar.
Facebook’un kurucularından Zuckerberg, kullanıcıların kişisel verilerini sattığı gerekçesiyle 2014 yılında bir duruşma geçirdi ve gerekçenin doğruluğunu onayladı. Bu, madalyonun ikinci yüzünün kullanıcılar nezdinde de fark edilir hale gelmesinin örneklerinden yalnızca biri.
Geçtiğimiz aylarda Söylenti Dergi’ye, bu olayla birlikte sosyal platformların kullanıcılar üzerindeki her an izlenebilirliği hakkında bir yazı yazmıştım. Dilerseniz buradan okuyabilirsiniz.
Son zamanlarda aktif olarak kullanılan yüz güzelleştirici efektler, bugün bakıldığında kullanılan uygulamanın trafiğini artırmak için bulunmaz nimet. Kullanıcılar üzerindeki etkileri ise o kadar masum değil.
Snapchat‘in efekt özelliğini tanıttığı 2015 yılı itibarıyla birlikte estetik ameliyatlarda artış meydana geldi. “Bu filtredeki gibi olmak istiyorum.” talepleri, azımsanmayacak düzeyde. Bu da toplumdaki güzellik algısını önemli ölçüde değiştirdi.
Özellikle gençler arasında, sosyal medyada gördükleri kişilere özenme, onlara benzemeye çalışma arzusu meydana geldi. Bu, sosyal medya ile birlikte popüler kültürün yeni bir ivme kazanmasına da sebep oldu.

Cam ekranlarda gözlemlenen sanal dünyanın içinde kendine yer bulma isteğinin, onlara benzerse takdir görüp beğenileceği düşüncesini de beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Gündelik yaşantı haricindeki bu dijital kabul görme çabaları, depresyon ve bunalım hallerini artıran önemli nedenlerden.
Kurucular, bunun bilincinde değil mi?
Tabii ki bilincinde ve bu durum, en çok onların işine geliyor. İnsanları ekran başına hapsedebildikleri her an, çok değerli. Bundandır ki ekrandan uzak kalsak dahi bildirimler aracılığıyla sanal dünyaya geri dönmeye teşvik ediliyoruz.
Bu platformların oldukça masum görünen etiketleme özelliğini de bu bağlamda ele alabiliriz. Belgeselde de özenle değinilen bir konu. İnsanların, etiketlendikleri bir paylaşımı açma eğiliminde olduklarını düşünüyorlar. Bu da sosyal medya stratejilerinin insani zaaflarımızdan yararlandığını bir noktada kanıtlar nitelikte.
Sosyal Medyanın Manipülasyon Gücü
“Araç bazlı teknolojiden bağımlılık ve manipülasyon bazlı teknolojiye geçtik.”
Sosyal medyanın da etkisiyle bu kadar kolay veri paylaşabilme imkânı, kısa vadede farkında olamadığımız birtakım olumsuzluklara da gebe kalıyor. Fiziksel ve mental açıdan insan sağlığı üzerindeki etkileri bir kenara dursun, dünya çapında geniş kitlelere mal olabilen bir etki gücüne de sahip.
Buna, 2016 yılında ortaya çıkılan Pizzagate adlı komplo teorisini örnek verebiliriz. Başkanlık seçimi sürecinde, politikacıların insan ticareti yaptığına ilişkin bir kanı ortaya atılmıştı. Ardından birçok e-posta adresi hacklenerek Demokrat Parti ve bazı ABD restoranlarının, insan kaçakçılığı ve pedofili çağrışımlı mesajları olduğu iddia edildi.

Üyeler tarafından özellikle Twitter aracığıyla duyurulan bu teori, yüzlerce insanı ayaklandırdı. Polisler, doğruluğu olmayan bu kanı için harekete geçti.
Sosyal medyanın kolay erişilebilir olması bir noktada bilginin de daha hızlı ulaşılabilmesi açısından olumlu bir etkiye sahip. Fakat yalan haberlerin, doğru haberlere nazaran daha hızlı yayıldığı gerçeği, bu etkiler üzerine düşünmemize neden oluyor.
İçinde bulunduğumuz, her şeye hızlıca erişebilme çağı bize tam anlamıyla fayda mı sağlıyor yoksa farkında olmadan üzerimizde görünmez bir ağ mı örüyor? Bu da üzerine düşünmemiz gereken bir başka soru.
“İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir: Artık kendi gövdesi oyunun dışındadır ve bir hıza teslim eder kendini, cisimsiz, maddesiz bir hıza, katıksız hıza, hızın hızlılığına…” (Kundera, 2019: 10)
İçimizden Biri: Psikolojik Manipülasyon
İnsanı, doğası gereği devamlı düşünme halinde olan ve fikirlerini dile getirerek toplumda yer edinme arzusu taşıyan bir canlı olarak nitelendirebiliriz. Web 2.0 ile birlikte, görüşlerimizi dijital ortamlarda sözel veya yazılı olarak ifade edebilme imkânına erişir hale geldik. Böylece yalnızca yüz yüze tanışıklığımız olan insanlardan etkilenme ihtimalimiz tarihe karıştı. (Tv, radyo gibi kitle iletişim araçlarını saymazsak)
Bugün baktığımızda, herhangi bir sorun karşısında onunla nasıl baş edileceğini birinci elden öğrenmek için forum sitelerini ziyaret edebiliyoruz. Bilinçsizce ya da kasten yazılıp çizilenler, bizleri az ya da çok etkiliyor.
Buna verebileceğim en iyi örnek, “geçmeyen baş ağrısı neye işaret” sorusuna google amcadan yanıt aradığınızda yakında ölebileceğinize ilişkin yanıtlar görüp şüpheye düşmeniz olabilir. Halbuki bir doktora gidip baş ağrısının sizde sebep olduğu etkenleri öğrenseniz bir noktada bu tür manipülatif etkilere maruz kalmayacaksınız.
Özellikle sosyal medyada var olan döngüyü de buna benzetiyorum ben. Gündemi titizlikle oluşturup değiştiren eşik bekçileri var ve bizim o günkü düşüncelerimizi yönlendiriyorlar. İşin trajikomik yanı, gündemi besleyen de paylaştıklarımız sayesinde devamlı dijital bir veri akışı sağlayan bizleriz: kullanıcılar!
“Esas ürün davranış ve algılarınızdaki o kademeli, hafif ve algılanamaz değişimdir.”
Sosyal İkilem Hâli
Tüm bunları esas aldığımızda sizce isteyerek ya da istemeden bıraktığımız dijital izler hayatımızı ne derecede etkiliyor?
Marshall McLuhan, “Yaradanımız Medya” adlı kitabında bu duruma ilişkin şunları dile getiriyor:
“Benliğimizi tümüyle medya teslim aldı. Kitle iletişim araçları kişisel hayatımızı, siyasal, ekonomik, estetik, psikolojik, ahlaki ve etik hayat alanlarımızı öylesine yaygın biçimde etkilemektedir ki ilişmedikleri, dokunmadıkları, değiştirmedikleri hiçbir yanımız kalmadı.” (McLuhan, 2019: 26)

Ziyaret ettiğimiz siteler, bir ekrana takılı kalma sürelerimiz gibi bıraktığımız birçok dijital iz yapay zeka tarafından titizlikle kaydediliyor ve ticari çarkın dönmesini sağlıyor.
Bu konuya ilişkin, Neil Postman‘ın “Teknopoli” adlı kitabından bir alıntı yapmak istiyorum. Söz ise Marvin Minsky’ye ait:
“Silikon beyinlerin düşünme gücü öyle dehşet verici bir hâl alacak ki eğer şansımız varsa bizi evcil hayvanlar olarak kabul edebilirler.” (Postman, 2016: 109)
Alınabilecek Önlemler
- Zamanınızın büyük bölümünü harcayan sosyal medya ve haber uygulamalarını silin.
- Dijital aygıtlarınızdaki uygulamaları, ne amaçla kullandığınızı sorgulayın.
- Tık tuzağı (clickbait) olan alakasız içeriklere tıklamayın.
- Çocukları dijital dünyadan uzak tutun. (Özellikle sosyal medya)
- Arama geçmişinizi saklamayan bir arama motoru kullanın. (Örneğin, DuckDuckGo)
- Kullandığınız uygulamalardaki bildirimleri kapatın ya da sayısını azaltın.
- Önerilen Youtube videolarını izlemeyin. İzleyeceğiniz videoları kendiniz açın.
- Yatmadan önce cep telefonunuzu yatak odanızın dışında bırakın. (ki bu da en zoru)
İlgili Melodiler
Social Dilemma adlı belgeselde yer alan müziklerin listesini de buraya bırakıyorum.
Keyifli dinlemeler dilerim ve belgeseli hâlâ izlememiş olanlara da iyi seyirler!
“Bütün teknolojikler bir çeşit şeytanla pazarlık gibi. Size bir faydada bulunurlar ama pek çok şeyi de elinizden alırlar.” – Neil Postman
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Kaynakça
- McLuhan, M. (2019). Yaradanımız Medya. İstanbul: Nora Kitap.
- Postman, N. (2016). Teknopoli. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
- Kundera, M. (2019). Yavaşlık. İstanbul: Can Sanat Yayınları.
- Alan, Ümit. (2020). Beni tanıdılar sen kaç. (birgun.net adresinden erişilmiştir.)
- Wikipedia. (2020). Social Dilemma.
- The Economist. (2018). How heavy use of social media is linked to mental illness. (economist.com adresinden erişilmiştir.)