Elimin altında kitap, dergi, araştırma yazıları bulundurmayı seviyorum. Yapacak bir şey olmadığında telefona değil de onlara sarılmak daha doğru geliyor bana.
Bu aralar Edirne Valiliğinin hazırlamış olduğu “81 İlde Kültür ve Şehir – Edirne” adlı kitabı inceliyorum. Tarihimizi, gelenek göreneklerimizi okumak, memleketim hakkında yeni yeni şeyler öğrenmek beni hakikaten heyecanlandırıyor.
“Edirne Masalları” adlı bölümde rastladım bu türkünün hikâyesine. Balkan ezgilerine sevdalı biri olarak defalarca okudum. Her defasında türkünün sözlerindeki hüznü daha da derinden hissederek…
Ben de size, kitabı referans alarak kendi sözcüklerimle anlatmak istedim bu hikâyeyi. Böylece siz de her duyduğunuzda sözlerini, içindeki yaşanmışlıkları hissedebilirsiniz…
O zamanlar Selanik, Türklerin çok yoğun yaşadığı ve herkesin gıpta ettiği bir şehirmiş. Bir gün, Mehmet isimli bir delikanlının da yolu, kendi köyünden Selanik’e düşmüş. Amacı, yıllardır emek vererek yetiştirdiği hayvanları Selanik’te satmak ve orada kendisine iş aramakmış.
Öyle de yapmış. O gün şehrin en güvenilir ve ünlü kumaş mağazası sahibi Rendalı Rüstem Ağa‘nın dükkanına girmiş bu durumdan bahsetmiş. Mehmet’in tavırlarını, konuşmasını beğenen Rüstem Ağa ona sadece iş vermekle kalmamış, yatacak yer de vermiş.
Zamanla Mehmet, Rüstem Ağa ve ailesiyle çok iyi ilişkiler kurmuş. Herkes tarafından sevilip sayılmış. Bu süreçte bir aşkın da filizleri atılmış : Mehmet ve ağanın kızı Fitnat Hanım arasında.
Durumu fazla gizlemeden Rüstem Ağa’ya anlatmışlar. Ağa, Mehmet’i sevdiği ve ona çok güvendiği için evlenmelerini uygun bulmuş. Mehmet, köyüne gidip kendi ailesine bu mutlu haberi vermiş. Onlar da he deyince düğün gününü belirlemişler.
Düğün hazırlıkları tamamlanırken kentte, kolera salgını olduğuna dair kulaktan kulağa söylentiler olmuş. Devlet, doktor desteği vereceğini bildirip Selanik’e, İstanbul’dan doktorlar getirmiş. Kentte salgın yüzünden ölenler ise gitgide artıyormuş.
Bu söylentilerin üzerine, düğün hazırlıkları esnasında Fitnat Hanım da rahatsızlanmış. Doktor, ne yazık ki onun da hastalığının “kolera” olduğunu söylemiş. Cenazelerin her gün daha da arttığı, ölüm sessizliğine bürünen kentte Fitnat Hanımı, bir umut Alaca İmaret Camii‘ye götürmeye karar vermişler.
- Ağıtlar yakılan camiide Fitnat Hanım, kendi türküsünü kendi yazıp söylemiş :
Çalın Davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Suyumu kaynatın kazan doluncaya…
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver.
- Fitnat Hanım, ne yazık ki düğüne 3 gün kala hayatını kaybetmiş. Türküsü yarım kalmış, onun ölümü çevre köylere ve diyarlara yayılmış. Türküyü Mehmet Bey devam ettirmiş :
Selânik içinde selâ okunur,
Selânın sedası cana dokunur.
Gelin olan kıza kına yakılır.
Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver.
- Fitnat Hanım ve Mehmet Bey’in öyküsü, tüm Selânik’in ağıdı olmuş ve dilden dile söylenerek bu günlere ulaşmış.
Selânik Selânik… Issız kalasın.
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolası,
Sen de benim gibi yarsız kalasın.
Aman ölüm zalim ölüm, üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yâre ver.
- Selanik, Mehmet Bey’in ahı ile gerçekten ıssız kalmış. Balkan Savaşı sonunda Yunan işgaline uğramış. Horatacı Camii, Kiliseye çevrilmiş. Hemen sonrasında da mübadele başlamış. Herkes şehri terk ederken Fitnat Hanım’ın mezarı ise Selanik’te kalmış…
Aynı zamanda, Selânik doğumlu Ulu Önderimiz, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de çok sevdiği bir türküdür. Günümüzde bu türkü, kendisiyle özdeşleşmiştir 🌹
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Gerçekten çok etkileyici bir hikaye, türküyü de oldukça severim. Tebrik ederim. 🌺💐
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim 🌼
BeğenLiked by 1 kişi