“Bazen düşünüyorum da, düşlerimi birleştirerek kendime kesintisizce akacak bir ikinci hayat kursam ne hoş olurdu… acısını da keyfini de yaşayacağım ikinci bir hayat.”
Daha önce Nurdan Gürbilek‘in denemelerini okumuş muydunuz? Ben okumamıştım. Çok sevdiğim bir arkadaşımın kargosuyla başladım geçtiğimiz haftalarda güne! İlk tanışıklığımız da bu sayede oldu. Okudukça sevdim, sevdikçe okudum 💛
“İkinci Hayat” adlı deneme kitabında edebiyattan sinemaya, felsefeden gündelik yaşam pratiklerine kadar birçok noktaya bir kahve naifliğinde değiniyor Gürbilek. Hem öğretiyor hem de okuru eleştirmeye sevk ediyor. Kitabın ismiyle bağdaşan o alıntı ise Pessoa‘ya ait.
İnsan Neden Yazar?
“Bu dünyada bir iz bırakabilmek, ben de geçtim buradan diyebilmek, bir birinci tekil şahıs olabilmek için yazar.” (s. 195)
Bu soruyu ben de zaman zaman kendime soruyorum. Bundan keyif almak bir kenara dursun, “bakın ben de buradayım” deme isteği ve toplumda kendine yer edinme arzusunun da var olduğunu söyleyebiliriz.
Gürbilek de bunlar üzerinde duruyor denemenin son sayfalarında (Barış Bıçakçı nezdinde). Büyük bir ilgiyle ve “evet, evet hakikaten öyle” diyerek okudum satırları. Kitap, blog ya da her nerede yazıyor olursa olsun; belirli bir kitleye ulaştığı bilinciyle yazan her insan temelde, ölümsüzlüğü yakalama düşüncesi taşıyor.
“Her yazar kanatlanmak ister. Sözcüklerden kurduğu hayatta yerin sınırlarını aşamayacak, zamanın ötesine geçemeyecekse yazmak neden?” (s. 137)

Belki başka bir yazıda bunu uzun uzadıya tartışırız. Fakat şimdi, yeni bir başlık atmadan önce Gürbilek’in soruya yönelik birkaç yanıtını eklemek isterim:
- “Bu dünyada sadece erkekler ve kadınlar değil, ‘bulutlar, kediler, herdemyeşil bitkiler, binlerce yıldır yeri değişmeyen taşlar’ın da olduğunu görebilmek için… yazar.” (s. 197)
- “Güzel bir cümlenin birilerinin elinden tutabileceğine inandığı için de yazar.” (s. 195)
- “İnsan saplanan ağrıyı dindirebilmek, ağrı dinmeyince sırf ‘ağrıyan yeri ovmak’ için de yazar.” (s. 195)
- “… çocukluğundan bu yana kulağına fısıldanan kederli malzemeyi sonunda katlayıp kaldırabilmek için yazar.” (s. 195)
Eve Dönmenin Yolları
“Uzak kültürleri tuhaf bulursunuz, der Benedict Anderson, ama eve döndüğünüzde kendi kültürünüzün de en az o kadar tuhaf olduğunu fark edersiniz.” (s. 21)
Ne zaman “evimdeyim” hissine sahip oluruz? Ailemizin yanında mı? Doğduğumuz ülkede? Sevdiklerimizin yanında? Aidiyetimizin temellerini attığımız aile ve doğduğumuz ülkenin, evdeyiz hissiyatını barındırdığını söylemek yanlış olmaz. Fakat bunun herkes için kesinlik taşıdığını söylemek ‘her bebek bir yaşında yürüyebilir.’ demekten farksız kalır.
Bu doğrultuda şu örneği veriyor sevgili Gürbilek:
İkinci Dünya Savaşı zamanı Almanya‘da yaşanan soykırım, tarihten silinmeyen o utanç, insanların kolektif hafızasının dışına nasıl itildi? “Nasıl oldu da yıkım, insanların kendilerine bile itiraf etmekten kaçındıkları bir aile sırrı olarak kalabildi?” (s. 47)

Jean Améry, kendine “İnsan Yurda Ne Kadar İhtiyaç Duyar?” adlı soruyu sorduğunda toplama kamplarında kalmış ve Almanya’nın hiçbir zaman yurdu olmadığını anlamıştı. (Gürbilek, s. 23) “Başkalarının şehirlerini haritadan silmeyi hayal eden bir ülkenin şimdi haritadan silinenin kendi şehirleri olduğunu görmesinin utancı.” (s. 55)
Bu durumda bir yurt kavramından söz edilebilir mi? Söylem olarak belki evet fakat hissiyatın aidiyeti açısından tartışmaya açık bir konu. Kaldı ki hislerin önemini yitirip metalaştırıldığı şu çağda, bireylere de fazla seçenek sunulmuyor gibi. Kâğıt üzerinde ev, içte yaşanan bir gurbet mi? Eğer öyleyse bu gibi durumlarda eve dönmenin yolları nedir?
“Ufuk bir kez belirince, insan gözlerini bir kez yola çevirince yaşadığı yerle arasında bir çatlak oluşur. En yakınındaki hayat, hayat olmaktan çıkar.” (s. 150)
Gevezelik Çağında Edebiyat
Dijitalleşmeyle birlikte fikirlerimizi zahmetsiz biçimde yayımlayabilme özgürlüğü, kültüre ve modaya yön verdiği gibi edebiyat üzerinde de söz sahibi olmaya başladı. Artık içerik ve edebî doyumdan ziyade hızlı tüketilebilir olması, bir kitabın aranan özelliklerinden.
“Edebiyat ne yazık ki kolayca dolaşıma girecek cümlelere dönüşüyor. İnsanlar birbirlerine yazacakları, söyleyecekleri ifadeler peşindeler.” (s. 175)
Gürbilek, bu bölümde dolu dolu bir edebiyat dersi veriyor okurlara. Sayfa sonlarındaki açıklama yazılarından da çok şey öğreniyorsunuz. Belki de okullarda dayatılan ezberci edebiyat, böyle bir çizgide ilerlese bugün daha farklı konumlandırılırdık. Bu gevezelik çağında Gürbilek’in denemelerini daha çok okumalı, daha çok okutmalıyız!
Barış Bıçakçı‘nın eserleri üzerinden de güzel bir inceleme kaleme alıyor. “İşe Yarar Bir Şey” ile tanıyıp kaleminin beni büyülediği Bıçakçı’nın yazın dünyasını şöyle özetliyor: “Sözcüklerini olabildiğince azaltmış, anlatılamayanı ‘az’ın içinde yakalayan keskin bir Bıçakçı.” (s. 181)

“ama baktım sen rüzgârsın sevgilim
kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun
başucunda bir bardak su
beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun”
İkinci Hayat Mümkün mü?

“İnsan neden en yakınındaki hayatı seçip onu yaşamak zorunda ki?” (s. 150)
Zorunluluktan ziyade kopamadığımız alışkanlıklarımızdır belki de. Konfor alanımızı terk etmek çekincesiyle attığımız geri adımlar, tek bir hayatı özgür kılıyor: içinde bulunduğumuz ve bazı bazı yakındığımız ilişkiler, yaşayışlar…
Çoğu zaman da değiştirmek için gayret göstermeyip bunu dünyadan bekliyoruz. Oysa “Dünyayı değiştirmeden önce senin kendinin de onun bir parçası olduğunu fark etmen gerekir.” (The Dreamers, 2003)
“Peki Foucault haklı mıydı? …İnsanın sığınabileceği tek ev çocukluğunda öğrendiği dil midir?” (s. 203)
Sanıyoruz ki değil. Fakat aksi bir iddiada bulunmak da güç. Kendi dillerimizi, en temelde de kendimizi bulma yolunda atacağımız her adım, ikinci bir hayatın timsali. Varlığından memnun olmadığımız herhangi bir ilişki ya da yaşayış tarzını, faydacı bir yaklaşımla kendi hissiyatımız doğrultusunda yönlendirmek yeni başlangıçlara da gebe.
Böylelikle içine doğduğumuz ve bize sunulan hayatın yanında kendimize ikinci bir hayat da sunabiliriz. Belki de doğru zamanda, doğru yerde, biraz da cesur olarak! Hatta belki eve dönmenin yolları, bu ikinci hayattan geçiyordur, kim bilir!🍋
Peki sizce, ikinci hayat mümkün mü?
Bence mümkün!
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Harika anlatmışsınn, ikinci hayat kendini ait hissettiğin yerde ve cesurca bence de mümkünn 😀
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederiim İlke, kendimizi ait hissedebileceğimiz nice ikinci hayatlara 💛
BeğenLiked by 1 kişi