Kitapçıların çok satanlar raflarını süsleyen bu kitabı yaklaşık 3 hafta önce okudum ama etkisinden çıkmaya çalıştığım için yeni yeni yazmaya başlıyorum.
Elbet rastlamışsınızdır orada (kitapçı) burada (internet) , ve alıp okumadıysanız muhtemelen sizin de bende olduğu gibi “Ağır bir kitaptır kesin” ön yargılarınız olduğundandır.
Benim ön yargılarımın büyük çoğunluğu 1984 romanını okuduktan sonra kırıldığı için, artık hep bu tarz ütopik/distopik kitaplar aramaya başladım. Hocamız da tavsiye edince Otomatik Portakal’ı, gördüğüm ilk kitapçıdan alıverdim 💫
“Çarşıda gördüm bir tane, eve geldim bin tane” misali, okudukça bir sürü/bambaşka şeyler çıkmaya başladı altından. Dili oldukça sade ve sürükleyiciydi bu yüzden şıp diye bitiveriyor ama içeriği bir miktar şiddet/kan/zorbalık içeriyor.
İşin rahatsız edici tarafı, hikâyeyi anlatanın bu eylemleri yapan ve en normali buymuş gibi anlatıyor olmasıydı.
Konusuna gelecek olursak :
Öncelikle konu, bir portakal değil. İsmini nereden aldığını, okuduğunuzda anlayacaksınız 🤫
Alex (çetenin lideri), Pete, Georgie ve Dim adlı 15 yaşındaki çocuklardan oluşan bir çete var. Mahallelerindeki herkes bu çocuklardan korkuyor, bu yüzden geceleri dışarı çıkmıyorlar.
Yaklaşık 170 sayfa olan bu romanda geçen tüm olayları, Alex’in ağzından dinliyoruz. En büyük eğlenceleri birilerine zarar vermek ve onlardan akan kırmızı kanı izlemek. Kimi zaman yoldaki yaşlı amcalara bıçak çekiyor, kimi zaman evlere girip kadınlara tecavüz ediyorlar.
Tüm bu iğrençlikleri okurken o çocukların yanında, olanlara tanıklık ediyor gibi hissediyorsunuz çünkü yazarın betimlemesi ve kullandığı dil gerçekten çok güçlü.
Alex de sürekli “İşte kankalarım bugün böyle oldu, mütevazi anlatıcınız şu an çok mutlu çünkü..” gibi tabirler kullanınca onunla gerçekten arkadaş olup olmadığınızı sorguluyorsunuz.
Bizim bu mütevazi anlatıcımız bir gün, yaptığı bir suç neticesinde polislerden kaçamıyor ve hapishane yolları gözüküyor. Asıl heyecanlı kısım da bu noktada başlıyor. Türlü türlü şeye şahit oluyor hapishane kaldığı günlerde. Özellikle de gardiyanların “101 Numaralı Oda“ya göndereceği mahkumu almak için koğuşa girdiklerinde oluşan o boğucu havayı.
- Bir türlü anlam veremiyor o odaya. Tek bildiği, insanların o odaya girmektense ölmeyi tercih ettiği.
Bir gün gardiyanlar 101 Numaralı Oda‘ya götürmek için onu aldıklarında anlıyor gerçekleri. Hayatının en korkunç dakikalarından birini yaşıyor o odada… (Sanırım oraya götürülmek, hepimizin isteyeceği en son şey olurdu.)
Tüm bunlar yaşanırken birtakım profesörler, sapkın davranışlar sergileyen insanları iyileştirmeye yönelik bir deneye başladıklarını söylüyordu. Alex bu haberi alır almaz, hapishaneden kaçış yolu olarak gördüğü bu deney gönüllü katılmak istedi fakat başına geleceklerden habersizdi.
Deney için Alex’i seçtiler. (o zorlu deney günlerini okursunuz, fazla ayrıntıya girmek istemiyorum.)
Alex bu deney sonucunda kan görmeye dayanamayan, insanlara kötülük yapma fikri aklına gelince midesi bulanan birine dönüşmüştü. Herkes deneyin başarılı olduğunu ve çok yankı yapacağını konuşurken Alex’in intihar etmek için bir binadan atlaması, her şeyi tersine çevirdi. Halk “Katil Hükûmet” sloganları atmaya başlamıştı.
Mütevazi anlatıcımız, küçük kankamız Alex hayatta kaldı mı, öldü mü, eski haline mi döndü yoksa iyilik meleğine mi dönüştü… bunları son sayfalarda bulacaksınız 🌿
◊ Kitabın başındaki o kanlı süreç beni fazla etkilemiş olacak ki bir hafta etkisinden çıkamadım. Hakikaten çok zekice kurgulanmış ve oldukça sürükleyiciydi ama benim açımdan tek eksisi çok fazla zorbalık içermesiydi.
Ha bir de bonus bilgi ⭐️
Kitabın yazarı Anthony Burgess’a 42 yaşında, tedavi edilemez beyin tümörü teşhisi konuluyor ve 1 yıldan az yaşayacağı söyleniyor. Yazar, geçimini sağlayabilmek için öfke dolu duygusuyla, 12 ayda 5-6 roman yazıyor. Aradan biraz zaman geçip doktorlar Burgess’a yanlış teşhis koyduklarını söylediklerinde o çoktaaan tanınan ve okunan bir yazar olmuş oluyor…
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece 🌼
Merhaba, Ece hanim cevirmeni kim bu baskinin. Yillar önce okumustum çeviren Aziz Üsteldi ve tek kelimeyle muhtemdi. Yanlis hatirlamiyorsam “Kankalar” yerine “ dostlar “ diye hitap ediyordu. Bu arada filmi de cok iyidir
BeğenLiked by 1 kişi
Merhaba Mutlu Bey, bu baskının çevirisi Dost Körpe’ye ait. Kitabın etkisinden yeni çıktım sayılır, en kısa zamanda filmini de izleyeceğim 🙂
Sevgiler 🌼
BeğenLiked by 1 kişi