“Defterlerim burada, kalemler de hazır. A aa, benim dolabım bu kadar dağınık mıydı? Toplama zamanı gelmiş sanırım. (45 dakika sonra) Şimdi başlayabilirim. Ay inanmıyorum, halıya ne dökmüşüm ben? Dur iki dakika şunu çıkarayım da geleyim. Oh! Uğraştırdı ama çıktı. Artık başlayayım. Ama biraz acıktım gibi. Dolapta ne vardı ki?”
döngüsüne kapılıp gidiyorsanız, tebrikler, siz de ‘Masaya Oturmaya Çekinme’ sendromu yaşıyorsunuz.
(yok, sendrom kısmı uydurma ama neden olmasın?)
İşte bu döngüye girmemize sebep olan 3 şey ve çözüm önerilerim :
1 – Ya Yine mi O Hocanın Dersi ?
Herkes tarafından bilinen fakat bazı zamanlarda ebeveynlerin bilmemezlikten geldiği bir konu ‘ÖĞRETMEN VE DERSİ SEVME İLİŞKİSİ’
En az bir kere yaşamışsınızdır bu durumu. Falanca derse ilginiz olsa da öğretmenine ısınamadığınız için ister istemez dersine de küsersiniz. Bırakın evde çalışmayı, dersi dinlerken bile o an yeterince konsantre olamazsınız.
Ben bu ilişkiyi en iyi lisede anladım. 9. sınıfta bir matematikçimiz vardı. Zaten ilgimi çekmeyen ders, o hocayla kâbusa dönmüştü. Öğretmenler baş tacıdır, bunda hemfikirim. Fakat bazıları sadece maaş almak için geliyorlar okula, bunu kimse inkâr edemez.
Bizim hoca da her geldiğinde ‘hepinizden tiksiniyorum’ surat ifadesiyle hızlı hızlı soruyu yazar, hemen sonrasında “Bunu da mı çözemiyorsunuz, yuh” şeklinde ifadelerle kendi çözer, biraz da anlatır gibi yapardı. Sonra hiçbir şey demeden masaya oturup telefonuyla oynardı. Tüm bunlara rağmen kendi kendime “Sen elinde geleni yap Ece, yapamadığın şeylerin üstüne git” diyerek evde çalışmaya çalışıyordum. Yapamadığım soruları matematiği iyi olan arkadaşlarıma çözdürüyordum.
Bir gün öyle bir soru çıktı ki, arkadaşlarım bile çözemedi. Ben de hocamıza sormak için öğretmenler odasına gittim. Masada tek başına çay içiyordu. “Hocam, yapamadığım bir soru var, bakabilir misiniz?” dedim. “Bu ne?” dedi elindeki çayı göstererek. “Çay” dedim. “Çay içiyorum. Teneffüs dinlenmek için var, çözemem soru moru” dedi. Ben bir şaşır, bir bozul. Hiçbir şey demeden arkamı döndüm. O an konuşmamızı duyan geometricimiz “Gel Ece, birlikte çözelim” dedi. Ardından soruyu güzelce anlattı tüm teneffüs. Hatta üstüne başka örnekler de çözdü o soruya benzer.
Matematikçimizin duyacağı ses tonuyla “Çok teşekkür ederim hocam. Sizin de teneffüsünüzü aldım ama” deyiverdim. “Olur mu Ece, biz ne için varız? Size bir şeyler katabilmek için. Siz çaba sarf edince biz mutlu oluyoruz. Yeter ki çalışın” dedi geometri hocam. O günden sonra, dört yıllık lise hayatım boyunca bir kez dahi soru sormadım 9. sınıfta matematiğimize giren o hocaya.
Ve 10. sınıfa geçtiğimizde 9. sınıftaki geometri hocamız yeni matematikçimiz oldu. Benim yerlerde gezen matematiğim de birden 93 ortalamaya çıktı. Kimse gelip “öğretmeni sevmeden de dersi sevebilirsin” demesin. Sevemezsin çünkü. Bir şekilde o sevgi azalır. Dersi pür dikkat dinlemene engel olur.
Bu sorunu nasıl çözebiliriz ?
Eğer karşında seni dinlemeye müsait bir öğretmen varsa bunu bizzat onunla konuşabilirsin. Ne tür bir problem olduğuna bağlı olarak değişir bu evre. Belki aranızdaki buzları eritip en sevdiğin hoca kategorisine girmesine bile neden olabilir yapacağın bu konuşma. (yani, bir ihtimal)
Eğer tüm sınıf sevmiyorsa ve öğretmeniniz sizin fikirlerinize saygı duymayan biriyse “Bu dersi falanca hocadan almak istemiyoruz” şeklinde bir dilekçe yazıp tüm sınıfa imzalatabilirsiniz. İdare bunu göz önünde bulunduracaktır.
2 – Ay Ben Bu Konuyu Yapamam ki !
Yine liseden örnek vereceğim: Bir test kitabı aldığınızda önce hangi konuların soruları bitiyor/ bitiyordu ? Yapabildiğiniz konular mı yoksa çok zor dedikleriniz mi? Motivasyon için öncelik hep kolay sorulardır. Bu yanlış değil. Olması gerek şey. Fakat o konular bitip “Bunlar çok zor, çalışsam da anlamam ki” dediğiniz konulara gelindiğinde kitapları kapayıp ‘Neyse sonra şaaparım’ diye günler-aylar boyu ertelerseniz o konular gittikçe zorlaşacak içinizde.
Ve başlamadığınız için de yapabilme potansiyellerinizi göremeyeceksiniz. Bu da o derse karşı çalışma isteğinizi yok edecek. Masaya oturmaktan kaçacaksınız o dersin sınav haftasında. Sürekli ertelediniz çünkü. E korkularınız da gitgide arttı.
Halbuki başlasanız, birkaç çalışmayla ve sabredip üstüne düşmeyle o konuyu da “kolay” kategorisine alabilirdiniz. Böylece masaya oturmaktan çekinilecek durumlar ortadan kalkardı.
Korkuları iki şekilde yok edebilirsiniz: Kaçarak – Üstüne düşerek. Kaçmak sizi geçici olarak rahatlattığı gibi sonrasında çok büyük bir korku yığını olarak geri döner. Üstüne giderseniz, başta biraz zorlanırsınız ama patron siz olursunuz. O korku yavaş yavaş azalır ve zamanla tamamen ortadan kalkar.
Masaya oturmaktan çekinmemizin en büyük nedeni işte bu kaçtığımız korkular-endişelerdir.
Bunun için ne yapabiliriz ?
Zorlanacağınızı düşündüğünüz konu hakkında basit anlatım videoları/kitapları vs. çıkarın ve önce bir göz atın. Çözümlerini izleyin/bakın. Sonra kendinize şu telkini yapın: “Bu yalnızca bir konu. Herkes bundan sorumlu ve yapamayacak olsam bu okulda olmazdım.”
Emin olun, olmazdınız. Eğer zihinsel olarak öğrenmenizi engelleyen bir sorun varsa bunu çocukluğunuzda tespit etmiş olmaları gerekirdi. Böyle bir tespit yoksa hakkınızda, evet siz de o “eeen zor” kategoriye attığınız konuları yapabilecek düzeydesiniz. Sadece uğraşmak istemiyorsunuz, hepsi bu!
Eğer üniversite sınavına hazırlanıyorsanız ve yapmanız gereken ama sürekli ertelediğiniz konu varsa bu yazı vesilesiyle başlayın. Hatta hemen bu yazı biter bitmez başlayabilirsiniz. (Ne o, bi mutsuz oldunuz? Yine erteleme düşünceleri geçmeye başladı aklınızdan) Bunu aşmanın T E K yolu başlamak arkadaşlar, gerçekten tek yolu bu.
Ertelediği konuya başlayan arkadaşlar bana instagram‘dan fotoğraf atabilirler, ‘başladım’ temalı. Bu hem sizi motive eder hem de sorumlu hissetmenizi sağlar. Konuyu bitirene kadar beni ara ara bu şekilde bilgilendirebilirsiniz. Uygun olduğum her an mesajlarınıza dönmeye çalışıyorum.
3 – Neyse Sınava Daha Var !
Sınav odaklı bir sistemin içine doğduğumuzdan, bu konuda “her şey sınav değil” diyemeyeceğim. Çünkü bize 7 yaşından beri sınavlardan yüksek almamız tembihlendi. Büyüklerimizin bizimle gurur duyması o sınavların sonuçlarına bağlıydı. Bu kültürde büyüyen çocukların derslere sınav odaklı yaklaşması çok normal.
Bu yüzden de çoğumuz ortaokul/lise/üniversite sıralarında not tutarken “sınavda çıkar” mantığıyla yaklaşıyoruz. Evet bu belki önemli. Fakat bana kalırsa asıl önemli olan o dersin, hayatına kattığı değerler. Örneğin coğrafya dersinde öğretmenin ekvator bölgesini anlattı ve sen daha sonra bu konuyu özel olarak araştırdın ve hedeflerin arasına o bölgedeki ülkelere seyahat etmeyi ekledin, gibi… Bunlar sınavlarda başarılı olmak için yeterli mi? Ne yazık ki.
Sınavlar bizden, işlenilen konulara düzenli çalışmamızı istiyor. Az az ama sık sık. Biz ders notlarımızın yüzüne yalnızca sınavlara bir iki gün kala bakarsak onlar da bize “hoop, bugüne kadar neredeydin hemşerim?” diyebiliyorlar. Bu da notlara ve derse karşı itici bir güç oluşturuyor. Derslerin de şefkate ihtiyacı var. Ara ara ziyaret etmek lazım.
Bu, ‘ders’ dediğimiz arkadaşlara sınav odaklı baktığımız için de erteleme oranımız artıyor. “Ohoo, daha 1 ay var” cümlesi yerini “Ya koskoca 2 hafta var”a, o da yerini “Ya 3 gün daha var, her gün çalışsak hallederiz”e ve en son da yerini “Yarın sınav var ve hiç çalışmadım. Neden ders çalışmak diye bir kavram var, yatmak istiyorum şu an”a bırakıyor.
Ve aslında Masaya Oturmaya Çekinme Sendromu’nun (evet, ben uydurmuştum. ama dediğim gibi, neden olmasın?) en önemli unsuru da bu son madde.
Bu durumu nasıl aşarız?
İnsan, zorunda bırakıldığı şeyleri yaparken pek keyif almaz. O yüzden zorunda kalmamak için, vakit varken kendi isteğimizle oturalım masalara. En azından ortalama 16 yıl süren eğitim sürecimizin en önemli yapı taşını oluşturan çalışmak kavramıyla aramızdaki buzları çözebilelim. Eee, nefretle ilerleyebilecek bir süreç değil. 16 yıl, boru mu? Söyleyeceğim son şey de çalışmaktan ziyade, öğrenmenin tadına vardıkça her şey daha katlanılır hale geliyor, inanın.
Ömrünüzün geri kalanında mutlu olduğunuz şeylerle uğraşmanız dileğimle.
Bir dahaki yazıda görüşmek üzere, hoş kalın,
Ece🌻