Bu yazımda, eminim ki çevrenizden ve forum sitelerinden çokça duyduğunuz “Anadolu Hazırlık çok zor, sakın okumayın, kimse geçemiyor, Anadolu Hazırlık pişmanlıktır” furyalarının ne kadar geride kaldığını örneklerle açıklayacağım.
Öncelikle, zor mu kolay mı konusuna genel bir bakış açısıyla bakacak olursak, kolay olduğunu söyleyemem ama inanın eski sistemin zorluğuyla uzaktan yakından alakası yok. Evet bir zamanlar, asla geçilemeyen, çok katı kuralları olan hatta devamsızlık sınırı yalnızca 13 saat olduğu söylenen, müdürleri de hiç sevilmeyen bir hazırlık okuluymuş. Geçme notu da 80’miş ve bu hele de o günün şartlarıyla oldukça zor bir durum. Hatta biraz araştırma yaparsanız bu konu hakkında birçok haber görürsünüz, öğrencilerin sloganlarla yürüdüğü, çeşitli kampanyalar başlattıkları, hatta Levent Üzümcü’nün, Anadolu Hazırlık öğrencilerinin yaptığı çadır eylemine gidip onlara verdiği nasihatlerle, farkındalıklarla dolu videoyu da yine internetten bulabilirsiniz.
Aynı şiddetli haberleri bugün bulamazsınız çünkü Anadolu Hazırlık artık o eski sistemindeki gibi acımasız değil ve müdürü de değişti. Yeni sisteme göre 53 saat devamsızlık sınırı var ve geçme notu da 60. Fakat Proficiency sınavı hakkında aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.
Size, kendi hazırlık sürecimdeki “şunları iyi ki yapmışım, bunları keşke yapmasaydım” dediğim deneyimlerimi, okulumuzun hocalarını, ders işleyişini-kullandığımız kitapları-yaptığımız ödevleri, sınav sistemini, ve Anadolu Hazırlık’ı neden okumalısınız‘ı anlatacağım.
Seviye Tespit Sınavı
Okul sezonu başlamadan bir hafta önce yapılan kur belirleme sınavıdır. Bu dönem okul sezonu 18.09.2017’de açıldı, seviye tespit sınavı da 11.09.2017 tarihinde yapıldı. Biz de annemlerle, hem bu sınava girmem, Eskişehir’i bir ön değerlendirme yapabilmem hem de kalacağım yurdu inceleyebilmem adına bir gün öncesinden yola çıktık. Çocukların deyimiyle yattık kalktık ve ertesi sabah, İki Eylül Kampüsüne doğru yola koyulduk. Normalde Eskişehir’de trafiğe pek rastlamazsınız ama o gün, kampüs yolu oldukça kalabalıktı. Gelgelelim, biz kampüse ve Yabancı Diller’e vardık. Etrafta ygs-lys sınavı havası hakimdi.(ee ne de olsa yeni kurtulmuştuk o günlerden) Annemlerle kapıda vedalaştım. Kimliğimi, suyumu kalemimi vs. alıp binanın içine girdim. Herkes aynı yere bakıyordu, ben de o tarafa yöneldim. Gireceğimiz sınıfların listesi asılıydı. Duvara asılı onca sayfa arasında kendi ismimi bulmak hiç de kolay olmadı. Hatta o sırada iki kızla tanışıp sohbet bile etmiştik. Daha sonra anneleri gelip nereli olduğumu sordular. Edirneliyim deyince, “yaa işte trakyalı trakyalıyı çekiyor, biz de Çorluluyuz kızım” demişlerdi. Daha sonra onlar bir koridora girdi ben başka bir koridora. Sınıfımı hâlâ hatılıyorum, G-106’ydı 🙂 ‘ne kadar güçlü bir hafızan var’ demeyin, yaşadıklarımı yaşasaydınız siz de unutmazdınız.
Yaklaşık 10-15 dakika boyunca sınava gireceğim sınıfı aramıştım o gün. Yabancı Diller öylesine büyük ve labirent gibi bir bina ki eminim 5 yıl üst üste burada kalsanız hâlâ girmediğiniz sınıf ya da karıştırdığınız koridor olacaktır. Hele de benim gibi yön bulma yoksunu biriyseniz. En berbat olduğum konudur yön bilgisi. Annem ve babam da bu yön ve tarif konusunda o kadar pratik zekaya sahiplerdir ki bazen ‘karıştım mı acaba ben?’ diye şüphe duyuyorum. Tahmin ederseniz ki bu şartlarda ve böyle bir binada sınıfımı bulmak, deveye hendek atlatmak kadar zordu. Adım başı, insanlara “G koridoru nerede acaba? Şey merhaba, G-106 sınıfı nerede biliyor musun? G-106 hangi katta? Afedersiniz, pardoon?” diye seslenmeye başlamıştım. Kimileri, burada yeni olduğunu, kimileri eski öğrencilerden olmasına rağmen bilmediğini (ben demiştim 5 yıl kalsalar öğrenilmez bu bina diye) söylüyordu, bazıları tarif etmeye çalışıyordu ama ben anlamıyordum. Hatta bazıları bayağı yanlış yönlendiriyorlardı. Kafam durmuştu, sınava yetişmem lazımdı ama hâlâ yolu bulamıyordum. Her katı tek tek gezsem kaç dakika sürer diye hesapladım, kurtarmıyordu. O an tam karşımdaki odadan çıkan bir kadın vardı (öğretmen değildi) bilir kişiye benziyordu. “Afedersiniz, ben sınava gireceğim ama sınıfımı bulamıyorum. G-106 nerede acaba, biliyor musunuz?” dedim. Saatine baktı. “Sınav neredeyse başlayacak, gel ben seni götüreyim” dedi. O an kendisine ne kadar içten bir teşekkür ettiğimi hayal etmişsinizdir eminim.
Sınıfımın önünde bıraktı , içeri girdim hemen. Evet, en son ben girdim içeri. Benim girmemle de sınavın başlaması bir oldu zaten. Hemen optiğimi kodladım, kitapçığımı açtım ve birkaç saniye sonra gelen “Başlayabilirsiniz arkadaşlar, başarılar” komutundan sonra kitapçığı açıp çözmeye başladım. 100 soru vardı. Fakat hepsini çözmeme konusunda şartlamıştım kendimi. Çünkü 70 alanlar hazırlıktan muaf oluyordu. Ben de hazırlık okumayı deli gibi istiyordum. Bu yüzden “zaten yaptıklarım doğru çıkar, eminim hepsinden” şeklinde gelen yersiz özgüvenle 65 soruyu çözdüm ve kalanına dokunmadım. Çıkma saatini bekledim, sınıftan ilk çıkan da bendim. Bakın, bu benim yaptığım doğru değildi. Seviye Tespit Sınavı, sizin hangi kura daha yatkın olduğunuzu ölçmek ve bu sayede eğitiminizin daha sağlıklı olması için yapılan bir yol. İngilizcem lise düzeyindeydi, çok da iyi sayılmazdı ama nedense bu sınavda kendime güveniyordum. En kötü B kuruna girerim zaten, diyordum.
Ve, temelli Eskişehir’e yerleştiğim, okulların açıldığı gün yine aynı duvara, hangi kurda ve sınıftayım diye bakmak için koştum. Önce A, sonra B kuru listelerine baktım. İsmim yoktu. “Allah Allah demek yanlışlarım varmış, C kurundayımdır o zaman.” diyerek C listesini de taradım ve orada da yoktu. Evet, ismim D kuru listesindeydi. Doğru yaptığım soru sayısı da 26’ydı ve 28’i geçen C kuru’nda oluyordu. Sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim o an, ama daha sonraları hep iyi ki D kurundan başlamışım dedim, hâlâ da öyle diyorum. C kuru olarak başlasaymışım muhtemelen gidişata ayak uyduramaz ve Anadolu Hazırlık Pişmanlıktır’cılara dönebilirdim. Aldığın ingilizce eğitimin seviyesi de en az okuduğun okul kadar önemli. Bu yüzden, eğer gerçekten iyi olmadığınızı, temel eğitime ihtiyacınızın olduğunu düşünüyorsanız Seviye Tespit Sınavına girmeyebilirsiniz, o halde direkt en alt kur olan D’den başlamış olursunuz. Ama ‘yok benim temelim zaten çok iyi, en alt kurdan başlarsam aşırı sıkılır, o zaman da okuldan soğurum’ derseniz mutlaka girmek zorundasınız.
Fakat sakın benim yaptığım gibi yersiz bir özgüvene kapılmayın, hatta anlamadığınız soruları sakın atıp tutturmaya çalışmayın! Mazallah D seviyesinde biriyken B kuruna bir yerleşirsiniz, sonra ayıklayın ayıklayabilirseniz pirincin taşını.
O yüzden, bu sınava girip ne kadar, yalnızca bildiğiniz soruları çözer ve sallamazsanız o kadar doğru kurunuza yerleşme şansınız artar. Ama dediğim gibi temeliniz yoksa C kurundan başlamanız bile sizin için zor olabilir, çünkü çevremde bunun örneklerini gördüm.
D Kuru Sınıfım ve Öğretmenlerim
B u konuda kendimi şanslı hissediyorum. Daha önce hiç gelmediğim, kimseyi tanımadığım bir yerde bana tüm bu yabancılığı unutturup kendimi evimde hissettirecek kadar iyi öğretmen ve arkadaşlara denk geldim.
18.09.2017 – Okulun ilk günü
Bir gün öncesi annem, babam ve amcamla gelmiştik Eskişehir’e. Sabah, beni yurttan aldıkları gibi ilk iş Eskart çıkarmaya gittik. O işi hallettikten sonra beni bir pastahaneye götürüp simit ve çay aldılar. Heyecandan ve endişeden, ne simidi yiyebildim ne de çayı bitirebildim. Ve, tüm bunların sonunda kampüse, Yabancı Diller‘e ulaşmıştık. Etrafta kimse yoktu. Ders esnasında gelmiştik çünkü. “Önce sınıfımı bulalım” dedim, bir G-106 dramını daha kaldıramazdım. “E hadi şu koridordan başlayalım aramaya” dedi annem. Girdiğimiz ilk koridor ve ilk sınıf benim sınıfımdı. Buraki mutluluğumu ve “Oh be, bir daha kaybolmak zorunda kalmayacağım” sevincimi tahmin edersiniz az çok. Daha sonra kantine gittik. Öyle bir sıcaktı ki kantinin içi, sanırsınız her 5 adımda bir şömine yanıyor. (tüm sene de öyle sıcak kalmaya devam etti, sırrı çözülemiyor.) Amcam “Yeğenime bi soğuk gazoz alayım mı, rahatlarsın” dedi.Gömüldüğüm koltuktan “oluur” dedim yalnızca. Aldı, onun da yarısını bitirebildim. (heyecandan düğümlenen midelere özgürlük) Ve, tenefüs vakti gelip sınıfıma gitmeme, annemleri yolcu etmeme kaç dakika kaldığını sordum. “5 dakika” dediler. Şu an bunları evimden, odamdan yazıyor olsam bile gözümün önüne belirdi tüm hissettiğim duygular. Kalbim o günkü gibi atıyor.
5 dakika dolmuş, ikinci ders süresi bitmişti. Öğrenciler koridorlarda görünmeye başladılar. Kantinden çıktık biz de. Annemlere sarılıp onları yolcu edecektim ve kimseyi tanımadığım, hiçbir yeri, yolu bilmediğim bu şehirde tek başıma kalacaktım. Birazdan yazacağım şey için gülmek serbest. Annemlere “ee zil çalmadı, bozuk herhalde” dedim. Babam “Üniversiteye hoş geldin kızım, burası lise değil. Teneffüs ve ders zamanlarını saate bakarak anlıyorsunuz” dedi. Garip gelmişti o gün, fakat alışması hiç de zor olmadı. Ve, beklenen an gelmişti. Koridorun başında amcama, anneme ve babama sarıldım. Hepsi güzel sözlerle motive etmeye çalışıyorlardı beni ama elimde değil, bir yanım hep endişeleniyordu. “Öğretmenlerim nasıl insanlar? Arkadaşlarımla anlaşabilecek miyim ?Yurda nasıl döneceğim? Hangi otobüs bizim oraya gidiyor? Hangi durakta inmem gerek? Sabah hangi duraktan bineceğim? Tek başıma tüm bunların üstesinden gelebilecek miyim?” soruları aynı anda geçmeye başlarsa kafanızdan, ha bi de aynı anda ailenizle vedalaşma durumunu da hesaba katarsak endişelerimi anlayabilirsiniz diye düşünüyorum.
Babam, en son şunu söylemişti gideceklerken “Hayat her zaman tatlı değildir. Vedalar da olur, kavuşmalar da. Hatta bazen limon kadar ekşi hale gelir yaşadıklarımız. İşte tam da o zamanlarda bu ekşiliğin sahibi olan limonlardan limonata yapmayı öğreneceksin ve o zaman, her şey daha tatlı hale gelecek.” Dediği gibi de oldu. Ben o limonlardan zamanla limonata yapmayı öğrendim ve her şey çok tatlı olmaya başladı.
11:15’te sınıfın kapısının önündeyim, yüzümdeki tüm o endişevari gerginliği atıp gülümseyerek girdim içeri. Cam kenarında hemen kızlar karşıladı beni. Hepsine teker teker kendimi tanıtıp isimlerini sordum. Söylediler, sonra memleketlerdi falan derken güzelce kaynaştık. Hemen ardından da Pınar hocamız geldi. Ah, nasıl güzel enerjisi vardı bir bilseniz. Sanki 10 dakika önce endişeden kıvranan ben değilmişim gibi, bir huzur dolmuştu içime. Her zaman taktığı o Küçük Prens’li çantasını takmıştı o gün. Bize selam verip masasına oturdu. Öyle samimi gülüyor ve bizle empati kurarak konuşuyordu ki tamam dedim, şimdiden bizim limonlar limonata olmaya başladı bile 🙂 Bilirsiniz, klasik tanışma faslı döndü sırayla. Bir Pınar hoca konuştu, bir biz konuştuk. O girdiğim ilk derste bile bu dönemin benim için ne kadar keyifli geçeceğini anlamıştım. Nitekim öyle de oldu. Bize her zaman bir anne şefkatiyle yaklaşırdı Pınar Hoca. Oğullarım, kızlarım diye seslenirdi, varın siz düşünün gerisini. Hatta soru sorduğumda yanıma gelip saçlarımı arkaya atıp okşaması vardı ki beni her zaman çok iyi hissettirirdi.
Yalnızca bir dönem beraber olabildiğimiz için üzülüyorum. İkinci dönem de hatta bölümde de onun öğrencisi olabilmeyi dilerdim. Geriye de dönem sonunda çekildiğimiz bu fotoğraf kaldı. Eskişehir’e ve okula alışmamda çok büyük payı vardır, farkında olsa da olmasa da. Olur da bir gün karşılaşırsanız ve bu yazımı okuduğunuzu anımsarsanız çok selamlarımı iletin 🙂
Pınar Hoca’nın 3 ve 4. dersinin ardından girdiğimiz öğle tatilinde yaşadıklarımızı anlatmadan önce bir diğer hocamız Ali Ulus Hoca’dan bahsetmek istiyorum. Öğle tatili de ayrı bir dramdı çünkü. Onun için özel bir başlık açmam gerekiyor. 🙈
Bir sonraki gün ilk ders de Ali Ulus Hoca’nındı. Ben, öncesinde bizim kızlardan bayağı bir tüyo almaya çalıştım. Nasıl biri, Pınar Hoca gibi mi, neler anlattı vs.. Benim için aldığım eğitimde ‘Öğretmen’ en büyük faktördür. Daha sonraları aynı sınıfı paylaştığın arkadaşlar gelir, sonra da okulun verdiği eğitim şekli. Zaten öğretmen iyi olduğunda eğitim şekli de kaliteli hale geliyor.
19.09.2017 – Okulun İkinci Günü
Yurtta daha yemek başlamadığından, ayaküstü nesquik (ürün yerleştirme bulunmamaktadır.) yemiştim sabah. Daha sonra da giyinip çantamı alıp bir önceki gün ‘okula birlikte gideriz’ diye anlaştığımız yurttan bir kızı beklemek için aşağı indim. Geldi, duraklara doğru yürüdük. Yön bilgimin ne kadar muhteşem olduğundan bahsettim ona. İnanmadı, “yok ya bir seferde öğrenirsin yakın zaten” dediği yolu takdir edersiniz ki öğrenemedim ve kendime daha az karmaşık olan başka bir yol buldum. Koca bir sene boyunca da o yolu kulladım. Şimdi tekrar Eskişehir’e gittiğimde ‘o karmaşık yoldan otobüs durağını bul’ deseniz sanırım bulamam. Bana sade ve öz yollar olmalı 😀 (dondurma mı alıyorsun kardeş, sade ne demek)
Neyse, konudan sapmayalım. Okulun ikinci günündeydik. Zorlu bir otobüs macerasından sonra okula varabildik. Neden mi zorlu? Siz hiç Kırmızı 4 ile İki Eylül Kampüsü’ne gitmeyi denediniz mi? Başka sorum yok sayın yargıç. Ulaşım konusuna da geleceğim sonra. Biz okula vardık, sınıfı buldum.(Neyse ki ilk koridor ilk sınıftaydım, kesinlikle birinci dönem şanslıydım, bunu kabul ediyorum)
Sınıfa girdim, işte yine günaydınlaşmalar, bugün de başka bir sıraya oturalım demeler vs. (Dönem boyunca sınıf olarak bir tam tur döndük sıralarda, düzene oturunca herkesin yeri kesinleşiyor tabii zamanla) Sonra Ali Ulus Hoca geldi. O da sevecenlikle, şakayla karışık bir günaydın dedi. Sonra da “Eee yeni gelenler var mı bakalım aramızda” diye ekledi. Nasıl da sevmem böyle dersteki yeni öğrenci olmayı 😀 Tabii çekindim hafiften, hoca beni farketti de “hah sen yenisin galiba, ismin ne, hoş geldin” diye sorunca kendimi tanıttım. O andan sonra rahatladım zaten. Hatta hazırlıktaki en rahat en eğlenceli dakikalarımı Ulus Hoca’nın derslerinde geçirdim diyebilirim. Ulus Hoca da, Pınar Hoca da pırlanta gibi insanlar ve üzerimizde emekleri çok. Öyle keyifliydi ki bir dönem boyunca onların öğrencisi olmak.
Ulus hoca, o gün isimlerimizi daha kolay ezberleyebilmek için bir kağıda yazıp sıramızın önüne koymamızı söyledi. Herkes bir hengameyle kağıtları aldı, isimlerini yazdı. Ha işte bu fotoğraf da o gün çekildi. Tabii hocamız bununla kalmadı, hepimizi video’ya alıp isimlerimizi ve bölümlerimi söylememizi istedi. Dediğini yaptık. Umarım o videolar hâlâ hocanın telefonunda değildir 😀
İlerleyen günlerde bize Kahoot – Quizlet (internet üzeriden oynanan bilgiye dayalı oyun türü) gibi eğlenceli oyunlar oynatmaya başladı. Hatta çoğunlukla interaktif oyunlar oynardık. En eğlencelisi şuydu:
Dışta büyük bir çember oluşturulur. İçine de başka bir çember oluşturulur öğrenciler tarafından ve bu çemberde içtekiler sabit, dıştakiler hep bir adım sağa kayarlar. Böylece her öğrenci birbiriyle eşleşmiş olur. Bu eşleşmelerde işlediğimiz konu hakkında karşılıklı sohbet ederiz. Örneğin ‘memleket’ temasını işliyoruz. Birbirimize ingilizce,
-Merhaba, nasılsın? Nerelisin? Orasının ünlü yemeği nedir? Şehrinin favori yeri neresi?
tarzı sorular sorarak konuşuruz. Sürekli yer değiştirdiğimiz için de bu konuyu sınıftaki herkes birbiriyle konuşmuş olur. Bu sayede de sınıf, birbiriyle kaynaşabilir. Ulus Hoca bize bu tarz oyunları devamlı oynatırdı .Konuşmamızı geliştirebilmemizde bu oyunların rolü büyüktür.
Günler günleri , aylar ayları kovaladı. Ne yazık ki Ulus Hoca ile de son dersimiz bitmişti ve yine geriye kalan, şu fotoğraf oldu. O günlerdeki kadar taze değil hatırladıklarım ama şunları dün gibi hatırlıyorum. Ulus Hoca dersimize girdiği ilk günden beri daima bize faydalı olacak şeyler yapmaya çalıştı. Bunun için oldukça sabırlı bir şekilde mücadele etti. Yeri gelince azarlamayı bildiği gibi yeri gelince de en güzel motivasyonu o verdi. Belki de tüm sene düzenli tuttuğum defterlerimin sebebi, Ulus Hoca’nın bize aşıladığı ‘disiplinli olun’ öğüdündendir. Okul hayatım boyunca çok nadirdir, bir hocayı dersimize girdiği her gün her dakika takdir ettiğim. Çünkü lisede, tek amacı maaşını almak olan o kadar çok hoca tanıdım ki. İçlerinde yalnızca coğrafya öğretmenim Mehmet Ali Hoca farklıydı. Bize her daim, nerede olursa olsun bir şeyler katabilmeyi ödev edinmişti kendine ve ben her seferinde bu başarısını takdir ediyordum. Tüm sınıf orman kaçkını gibi homurdanırken Mehmet Ali Hoca inatla dersi anlatmaya devam ederdi, hatta bazen, yapması gerekmediği halde okul bittiktikten sonra isteyenlere ek ders verirdi, son senemizde kimse bizim YGS-LYS için deneme çözüp çözmememizi umursamazken Mehmet Ali Hoca, bir dershaneyle anlaşarak bizim için her haftasonu YGS-LYS denemesi organize ederdi, hakkı ödenir mi bu hocanın? İşini hakkıyla yapan, bir sonraki coğrafya dersini daha iyi kavrayabilmemiz için bize o gece 3’e kadar ders notu hazırlayan kişiyi takdir etmeyeceksin, örnek almayacaksın da ne yapacaksın?
İşte, Ulus hoca da öğrencilik hayatımda tam olarak böyle bir yerde. Üniversitede de var mıdır acaba böyle öğretmenler, diye düşünürdüm hep. Varmış. En azından Hazırlık için bunu söyleyebilirim. Olur da bir gün Ulus Hoca’nın öğrencisi olursanız ne kadar şanslı olduğunuzu hatırlatmak isterim ve, size yaptırmak istediği şeylere uyum sağlayın. Göreceksiniz, İngilizce, bir dersten ziyade keyifli vakit geçirdiğiniz uğraşa dönecek. ‘Keşke o anlara geri dönebilsem’ demeden de geçemeyeceğim.
Okulda Kullandığımız Kaynaklar, Defterlerim ve Ödevler – Quizler
İşte, tüm bir senem karşınızda. En üstteki lacivert ve siyah defterler, okulda işlediğimiz konuları, farklı kaynaklardan öğrendiğim bilgileri vs. tekrar okuyup anlayabileceğim şekilde not aldığım defterlerim. Onların altındaki 3 kitap, ingilizce çocuk kitapları. Reading’inizi geliştirmek için oldukça faydalılar. Hemen altındaki cüsseli kitap da birçok öğrencinin, tüm emeklerini uğrunda kaybettiği-afedersiniz, savaştığı diyecektim, proficiency sınavı kitabı. Hemen altlarındaki telli beyaz kitaplar da Anadolu Üniversitesi’nin Yabancı Diller Yüksekokulu Hazırlık Eğitimi için hazırladığı kitaplar, biz onlara kısaca ‘pack’ (pek) diyoruz. Evet başta bana da saçma gelmişti, gülmeyin. Altlarındaki 4 kitap da derslerde asıl kullandığımız kitaplar. Şimdi hepsini daha detaylı olarak inceleyelim;
Okulun kendi hazırladığı bu pack’ler, ortaokuldaki ders kitabı-çalışma kitabı mantığındaki çalışma kitabı konumundalar. O gün, işlediğiniz ana konunun üzerine eve/yurda gittiğinizde yapabilmeniz için ödev veriliyor ya da işlenilen konu üzerine hemen çözülebiliyor. Doğru kullanıldığı sürece oldukça faydalı etkinlikleri var. Hatta bazı sayfalarında şarkı sözü doldurma bölümleri var, hocanız bilgisayardan şarkıyı açıyor, siz de dinleyip sözlerin boş kısımlarını dolduruyorsunuz. Aşırı zevkli bir olay. Pack’te en sevdiğim kısımlardı. Hatta o bölüm sayesinde dilime dolanan ve tüm sene “is just a yellow lemon tree” sözlerini geveleyip durdum. İngilizce öğrenmeye yeni başlayanlar için en uygun şarkı olabilir kendisi.
Youtube’a “LEMON TREE ANIMATION” yazıp en üstte çıkan videoyu açarsanız (evet 14 milyon izlenmeye sahip olan video) oradan sözleriyle birlikte dinleyebilirsiniz 🎼
Bu da Ders Kitaplarımız Speak Out serisinin D kuru kitabı. Tüm kitaplar, böyle renkli ve hem işitsel hem görsel etkinliklerle dolu ve her ünitede bolca writing, listening speaking alıştırması olduğu için bunlar da sizi sınava hazırlıyor.(hayatımız sınav olmuş be) Benim en sevdiğim kısımları “BBC DVD” kısımlarıydı. O bölümde, size bahsi geçen konuyla ilgili bilgilendiri/eğlenceli bi video izletiyorlar ve o videolar, özenle çekilmiş, birbirinden farklı, kaliteli içerikler oluyor. Yurtta sıkıldığım zaman o videoları içeren CD’leri açıp izlediğim çok olmuştur. Bu kitapların bir diğer özelliği de internet üzerinde kitaplarla bağlantılı bir etkinlik sitesinin olması. Her öğrenci, kitabın ilk sayfasındaki kodla siteye üye oluyor ve hocanız hepinizi o sitede bir sınıfa topluyor, böylece sitedeki ünitelerden kaç etkinlik çözdüğünüzü görebiliyor. O sitedeki etkinlikler de yine, size ödev olarak verilebiliyor. Bazı etkinlikler çok eğlenceliydi.
Bu iki defter de benim, tüm sene boyunca çeşitli notlar aldığım, (evet üstte bahsetmiştim sanırım) defterlerim. İlki D kuruyken, sonuncusu da C kuruyken kullandığım defterim. Son 10 sayfaları hariç her sayfası aynı bu şekilde dolu. Bu defterleri tutmaya, inanmayacaksınız ama daha okulun ikinci günündeyken başladım. İşlediğimiz, hatırlamak istediğim bilgileri hemen not ettim. Nereden geliyor bu çalışma aşkı? diyeceksiniz, haklısınız. Ben buraya, Anadolu Hazırlık okumayı, çılgınlarca isteyerek gelmiştim. Benden fazla isteyen var mıdır acaba burada olmayı diye düşünürdüm çoğu kez, hele de zorunlu hazırlıkçılar arasında. Ben zorunlu değildim, isteğe bağlıydım fakat zorunlu olsaydım da aynı bu şekilde isteyerek çabalayacağıma eminim. Çünkü tercih listemdeki ilk bölümde zorunlu hazırlık vardı, yani bunu baştan kabullenip istiyordum çılgınlar gibi. (Hatta Anadolu’yu istememin en büyük sebeplerindendi.) Eee siz, mezuna kalıp tüm sene bu günlerin gelmesi için çabaladıktan sonra bir gün o günlerin tam içinde bulduğunuzda kendinizi, şevkle çalışmayıp da ne yapardınız? Hele de öğretmenleriniz böylesi tatlı insanlar olduğunda?
Bunlar ise TASK ödevlerimizin yalnızca bir iki örneği. Hatta örnekçiği. Tüm sene boyunca o kadar çok task yaptık ki saysak kaç tane çıkar kim bilir. Hatta birazdan hesaplayacağım. Dım dım, dım dım ⏰
İlk dönem 10 tane Normal Task, 10 tane de LAB (laboratuvar) Task’larımız vardı. Bu 10 tane normal task’lar, çoğu zaman belirli bir konu hakkında paragraf yazma, öykü tamamlama, birini tanıtma oluyordu ve içinde bir iki tane de sunum task’ı. Bu gördükleriniz paragraf ya da metin yazma task’larım. (‘dan sadece bir kaçı😉)
“Ben yazamam ki bunlardan, sıfır benim İngiliççe” diyenleriniz varsa endişelenmeyin. Yavaş yavaş öyle güzel hazırlıyorlar ki sizi buna, farkında olmadan yazar hale geliyorsunuz. İlk başladığınızda size ‘hayvan hakları hakkında kompozisyon yazın’ diyeceklerini sanmayın. İlk olarak, hem sizi tanımak hem de bilgilerinizi test etmek için kendinizi tanıttığınız bir yazı yazmanızı istiyorlar. İşte o da:
-My name is Ece. I am 20 years old. I am from Turkey.
tarzında basit bir metin. Sonra bu metinlerin üzerine azar azar bir şeyler koymaya başlıyorsunuz ve zamanla bir bakmışsınız herhangi bir fikir hakkında düşüncelerinizi belirttiğiniz yazı yazar hale gelmişsiniz. Dediğim gibi, bunun farkında bile olmuyorsunuz. Ben en son, sözlük kullanmadan ‘inşaat işçileri ve mesleğinin zorlukları’ konulu bir yazı yazıp hocama teslim ettikten sonra fark etmiştim. Durup “bir saniye, bir saniye, bunu ben mi yazdım” diye uzaktan bakmıştım kâğıda. Evet, basbayağı yazmıştım.’Vay be Anadolu’ dedim. Sen nelere kâdirsin.
Bir de “Turnitin” diye bir olay var.B unlar hep Amerika’nın oyunları 🙂 Tüm dünyada kullanılan bir sistem. Yazdığınız ödev metnini o siteye yüklüyorsunuz. (tabi yine öncesinde hocanız bir sınıf kuruyor o sitede) Ve o site sizin kopya çekip çekmediğinizi tespit ediyor. (Adamlar yapmış anacım) Örneğin internetten bulduğunuz afili bir cümleyi hoop diye mor renkle çiziyor ve öğretmenine “cık cık cık, bu öğrenci bunları şu siteden almış” diyebiliyor. Fakat özgün olan ödevler de kopya muamelesi görebiliyor, çünkü tüm sınıf aynı konu hakkında yazıyor. Bu yüzden misal tercih konulu yazı ödevlerinde “Benim tercihim hazırlıkta devam zorunluluğu olması yönünde” yazdığınızda, bu cümleyi başka arkadaşınız da kurduysa (ki zaten metne başlayabilmesi için kurması gerek) sistem “hoop hemşerim, siz birlikte yapmışsınız” diyebiliyor. Ayrıca ben nereden senin hemşerin oluyorum sevgili Turnitin 😀
Diğer 10 adet LAB Task’larımız da en eğlencelileriydi. Çoğunlukla bilgisayar laboratuvarında tamamlardık ama eve/yurda bıraktığımız ödevler de olmuştur. Hatırladıklarım içinden bir iki örnek verebilirim:
- Zararlı Alışkanlıklarımız konulu, fotoğraflarla dolu bir video hazırlamıştık, arka fona da sesimizi kaydediyorduk. (Bunun için VoiceThread uygulamasını kullanıyorduk.)
- 10 adet sorudan oluşan anketler yapıyorduk, Google Form üzerinden. Tüm sınıf, birbirinin anket sorularını yanıtlıyor. Bunun sonucunda da o anket sonuçlarından çıkarım yapıyorduk. Örneğin “Öğrencilerin yarıdan fazlası boş zamanlarında interneti tercih ediyor.” gibi.
- PowerPoint dosyasından “hayalimdeki ben” temalı bir sunum hazırlıyorduk. Bu sunumda hayalin sınırı sonsuz. Ben kendimi 32 yaşında Kanada’da yaşayan iki çocuk annesi bir yazar olarak tanıtmıştım. Çocukluğumda bale yaptığımdan falan bahsetmiştim. Bakın bunlar hep bilinçaltınızda yatan şeyler 😀
- Kendi dergimizin bir sayfasını hazırlamıştık bir gün, CANVA sitesinden. Herkes bir ünlü ailesinin hayatını tanıtmıştı. Ben Acun Ilıcalı ve Şeyma Subaşı ikilisini tanıtmıştım. Haber değeri oldukça yüksek.
- Hatta en keyif aldığım, montaj yaptığımız Task Ödeviydi. Fotoğraf montaj siteleriyle (şu an isimlerini hatırlayamıyorum, bulursam yazarım) kendi fotoğrafımızı ya da yüzümüzü bir film karakterine ekliyorduk ve o filmde biz oynamışız gibi bir metin yazıyorduk. Çok keyifli oluyordu.
Yani ilk dönem yaklaşık 20 TASK ödeviniz oluyor ve bunların hepsini yapmanız sizin yararınıza olur çünkü ortalamanız üzerinde çok etkileri var. Ortalaması yüksek olduğu halde task eksikleri var diye sınırda kalan insanlar da tanıyorum. Yani demek oluyor ki iki dönem toplamda, yaklaşık 40 adet Task ödeviniz var.
Bunun yanı sıra bir de çat kapı gelen Quizlerimiz var. Bunlara mini sınav diyebiliriz çünkü yine ortalama üzerinde oldukça etkililer. En önemli özelliği çat kapı geliyor oluşu. Bunu ne siz bilebilirsiniz ne de sınıftaki hocalarınız. Yalnızca quizi hazırlayanlar biliyor. Oldukça gizemli değil mi ? Genelde her hafta bir quiz gelirdi ama hangi gün hangi saat geleceği belli olmadığından sayısal loto gibi tahminlerde bulunurduk kendi aramızda. “Perşembe 3. saat gelir – Cuma ikinci saat gelir” diye ikiye ayrılırdık. Bazen haklı çıkardık bazen hiç ummadığımız gün, Pazartesi ilk saat gelirdi. Bu da ilk derse geç kalanın o quizi kaçırdığı anlamına geliyor. Bu sistem sizi derslere düzenli katılmaya da teşvik ediyordu. Dönem içinde yalnızca bir quiz kaçırma hakkınız var. Hepsine girdiyseniz en düşük notunuz sayılmıyor.
Quiz ne demek?
En son işlediğiniz konular üzerine hazırlanmış mini sınav biçimi. Test de var, boşluk doldurma da. Ortaya karışık yani anlayacağınız. Bahtınıza o quizde ne çıkarsa 🙂
D kuruyken her şey güzeldi ama C Kurunun bazı quizleri hakikaten gereksiz zordu. Bana kalırsa bunun üzerine düşünülmesi gerek. Ne Speak Out kitabında ne de Pack’te gördüğümüz kelimeler vardı. Sanırsınız uzaydan gelmişti. Eminim ki “sadece derste öğrenmekle kalmayın, kendiniz de araştırıp öğrenin” diyecekler haklılar fakat o quizlerin olma amacı zaten derste işlenilen konuları ne kadar çalışıp tekrar ettiğimizi görebilmeleri. Proficiency’de yeterince zorluyorsunuz, en azından quizlerde müsamaha gösterin, teşekkürler. (Yok ama yine de pişman değilim. Her şeyiyle sevdim ben Anadolu Hazırlık’ı. Gülü seven dikenine katlanır.)
Bir de minik bir dipnot bu başlığa,
Öğretmenlerinizle iletişiminizi “Edmodo” uygulaması üzerinden kuruyorsunuz. Task ödevlerinizi ve açıklamalarını oradan görüyorsunuz, ödevlerinizi de yine o siteye yüklüyorsunuz, yalnızca bazılarını Turnitin’e yüklediğiniz oluyor. Bu Edmodo’yu telefonunuza da indirmeniz gerekebiliyor. Şimdiden telefon hafızanızı bir gözden geçirin 🙂
İki Eylül Kampüsü Yemekhanesi
Eveeet, geldik mi en komik konuya 😀 Size ilk günümüzdeki yemekhane tecrübemizi anlatacaktım. Başlıyorum.
Pınar Hoca’nın 4. dersinden çıkmış, kızlarla topluluğun hareket ettiği yöne doğru yöneliyorduk. Onları takip ede ede yemekhanenin girişine kadar geldik. (böyle durumlarda kalabalığı takip edin)
Hava da öyle sıcaktı ki… İçeri girdik. Yemek alınan bölümde de nasıl kuyruk var nasıl kuyruk var bir bilseniz. Hepimiz şaşkın halde “Şaka olmalı bu. Nasıl? Bu yemek sırası mı?” diye söylendik durduk. Ağzımız beş karış açık bir vaziyette sıraya girdik. 10 dakikada bir adım falan ilerledikten sonra biri yeni olduğumuzu anladı herhalde de “Yemek fişi aldınız mı?” dedi. Biz ne bilelim kardeş fiş-miş, buralarda yeniyiz. Do you know çöm?
“Almadık.” dedik. ” Önce şuradaki sıraya girip yemek fişi alacaksınız. Daha sonra bu yemek sırasına gireceksiniz” dedi. Bizim başımızdan kaynar sular bir dökül. Diğer sıra, yemek sırasından da fazlaydı ve yüksek miktarda çaresizlik, gözlerimizden okunuyordu. Yenilerin kaderidir bu, ilk seferde biraz afallarsın. Güç bela, yemek fişi sırasına girdik. Bir 45 dakika sonra sıra bize geldi. Aldık yemek fişlerimizi ve doooğru asıl girmemiz gereken yemek sırasına girdik ama yok arkadaş bir sıra hiç mi azalmaz? Yaklaşık bir buçuk-iki saat sonra ellerimiz tabildotlara dokunabildi çok şükür. Yemek alabileceğiniz 3 bölüm var fakat hepsi de birbirinden curcuna oluyor çoğu zaman.
Bu kalabalık sene boyunca neredeyse hiç azalmadı fakat bazı istisnai günlerde (vize-final haftasından sonraki günler-yılbaşı haftası vs.) durum daha parlak olabiliyor. Çünkü çoğu öğrenci memleketlerine gidiyor. Ha bir de bu yemek fişini yalnızca yiyeceğiniz an almanıza gerek yok. 1-2 haftalık yemeğinizin fiyatını ödeyip direk yemek sırasına geçebiliyorsunuz. Aksi halde zaten çekilmez olurdu.
Bir diğer özelliği, bu sıralarda ya da masalarda yabancı öğrencilerle tanışma imkanınızın olması. Bizim okulda çok fazla Erasmus öğrencisi var. Bu nedenle, “Hi” diyerek başladığınız bir muhabbet bile uzun dostluklara dönüşebilir. Bu sayede tanıştığım insanlar çoktu. Yalnızca yabancı arkadaşlıklar değil, belki ilerideki eşinizle bile tanışacağınız yer olabilir. Çünkü diyorum ya aşırı kalabalık fakat yeni insanlarla tanışmak için bir o kadar müsait bir ortam. (Abartmıyorum yahu, neden olmasın?)
Üniversitemize dair en ‘vaay be’ dedirten özelliklerden biri de yemeklerin 1 tl olması , evet sayın seyirciler yanlış duymadınız. Burada bir yemek yalnızca 1 tl! Ve çeşiti de öyle az buz değil. Çorbası, etli yemeği, pilavı, salatası, meyvesi-tatlısı olan bir menü. Bu ucuzluk biraz da Açıköğretim Fakültesinden gelen gelirden kaynaklanıyor. Fakat gündemdeki okulların bölünmesi olayından sonra gidişat ne olur bilemem.
Bildiğim bir şey varsa menüdeki meyvelerin mükemmel olduğu. Hatta armutları o kadar güzel oluyordu ki… İşte o armutlardan biri şu armut. İnanmazsanız gidip yerinde test edin. Armudun iyisinden anlarım. Sanki biri daha iyi anlardı, kimdi? hah, tabi yaa, penguenler! Atalarımız ne demiş: Armudun iyisini penguenler yer. Ne tatlı hayvanlar onlar 🐧
İki Eylül Kampüsüne Ulaşım ve Kırmızı 4 🚌
Evet, bu da üzerinde konuşulması gereken bir diğer tatlı konu. Çoğu zaman ayakta kalacağınız, binebilmek için bazen bin kaplan gücüne sahip olmanız gereken o muhteşem ulaşım aracı: KIRMIZI 4! Böyle dediğime bakmayın, severim aslında kendisini. Ve sanırım özleyeceğim de, yalan yok. Hatta Hazırlık seneme dair ne varsa bolca özleyeceğim.
Fakat bazı zamanlarda size zorluk çıkardığı olabiliyor. Örneğin sabahları, duraklar oldukça kalabalık oluyor. Oturma ihtimalinizi bırakıp gelen ilk otobüse binebildiğinize şükreder hale geliyorsunuz. Çünkü belli bir saatten sonra, gelen üçüncü ya da dördüncü kırmızı 4’e de binemezseniz ilk derse geç kalmanız yüksek bir ihtimal.(ee yaşadım da konuşuyorum)
Artıları da var tabii ki. Örneğin aranızda sörf yapmak isteyenler varsa kesinlikle bu konuda deneyim kazanacağınızı söyleyebilirim. Bazen bir eliniz tamamen dolu oluyor, tek elinizle virajlar arasında dengenizi sağlamak insanı oldukça geliştiriyor. (ciddiyim)
Bilmeniz gereken bir diğer unsuru da bu otobüsün %99’unun öğrenci olduğu. Okul otobüsü gibi bir şey yani Kırmızı 4. Fakat arada yaşlı teyze ve amcaları da görmek muhtemel. “Odunpazarı’ndan geçiyor mu yavrum?” sorusuna hayır cevabını alan teyzeler oldukça hayal kırıklığına uğruyorlar. Öyle bir bakış atıyorlar ki “Ayıp ayıp yaşlı başlı kadınım, nasıl geçmez oradan, bir de genç olacaksınız” der gibi.
Okulun ilk gününü hatırlıyorum. Kızlarla cümbür cemaat duraklara yürümüştük. Hep birlikte kırmızı 4’e binip hocaların istediği pack’i almak için bir kırtasiyeye gidecektik. Kalabalık içinde mutlaka yön bilgisi iyi olan biri vardır ona güvenin. Ama bana asla 😀 Neyse biz gittik kırtasiyeye aldık kitaplarımızı, sonra herkes kendi yurduna/evine doğru ayrıldı. Ece ne yaptı dersiniz? Önce sora sora kaldığım yurdun merkezine çıktım. Merkeze çıkmıştım ama yurdu bir türlü bulamıyordum. Yine bir saat kadar da aramakla geçmişti. En sonunda yurt görevlisini aramıştım da o tarif etmişti, bulabilmiştim. (yön bilgim konusunda uyarmıştım)
Yani anlayacağınız okulun ilk günü oradan oraya sürüklenmekle geçmişti. Şu an tebebessümle hatırlıyorum tabii, orası ayrı.
Uzun lafın kısası, Kırmızı 4’ü üzmeyin. (ne diyeyim ki bilemedim)
Anadolu Hazırlık Sınav Sistemi (Vizeler-Finaller ve Proficiency)
Biri camı mı açtı? İçerisi soğudu sanki. Ha afedersiniz, proficiency yazmışım ondan sanırım.
Vizee, finaaal, ne kadar havalılar değil mi? İnsana üniversiteli olduğunu hatırlatıyorlar. Havalı oldukları kadar küçümsenmeyecek arkadaşlardır kendileri. Ama bölümde okuyanların vize final zorluğunun yanında hiçbir şey tabii, hazırlık vize finalleri. Hadi içeriğini inceleyelim:
Vizede de finalde de aynı mantık var (ne çok vize final dedim yahu) o yüzden “sınav” kategorisi altında anlatacağım:
En fazla 3 gün sürüyor bu sınav haftası. Hatta ikinci dönem yalnızca 2 gün sürüyor. E zaten gireceğiniz 3 adet sınav var. Ne yapacağım ne edeceğim derken bitiveriyor. Aşamaları şunlar:
-Booklet (listening, reading, vocabulary)
-Writing
-Speaking
Booklet sınavı, kitapçık ve optik içeriyor. YGS mantığı, tamam tamam şimdiki sistemle YKS işte. (bizim zamanımızda ygs vardı yavrum, ben bilmem) Genelde 70-80 soru aralığında oluyor bu sınav. İlk 3-4 sayfaları listening bölümü, yani o gün sınavınızdan sorumlu tutulan bir hoca size, dinlemeniz gereken ses kaydını açıyor. O ilk sayfalardaki soruları bu şekilde çözmeniz gerekiyor. Her ses kaydını 2 kere dinleme hakkınız var fakat kur atladıkça bu iş biraz zorlaşıyor. Geri kalan soruların bir kısmı da reading bölümleri, yani birkaç tane metin oluyor, onlar üzerinden soruları yapmaya çalışıyorsunuz. Son sayfalara doğru da gramer ve vocabulary kısmı var, bunlar da yine kelime bilginizi ve gramerinizi test ediyor. Bu booklet sınavı ortalamayı %60 etkiliyor o yüzden efsane önemli.
Writing Sınavı da tahmin ettiğiniz gibi yazma sınavı. D kurunun final Writing’inde “Eskişehirde Öğrenci Olmak” konulu bir metin yazdırmışlardı. Üstünüze afiyet bir miktar 100 almıştım o sınavdan. Keşke aynı başarıyı C kurunda da devam ettirebilseydim. Neyse oralara geleceğim. Bu ve buna benzeri şeyler yazdırıyorlar. C kurunda iki metin yazmamızı istemişlerdi. Ön sayfada sürekli bilgisayar oynayan bir çocuğa tavsiye veriyorduk. Arka sayfaya da “bahçede kendi yiyeceklerini yetiştirmek” temalı bir yazı yazıyorduk ve ikisinin de belirli bir kelime sınırı var. Sanırım öndeki 200, arkadaki 250 kelime sınırındaydı. 70 dakika da ikisini de yetiştirmeye çalışmak biraz zorlamıştı.
Speaking Sınavı da konuşmaya dayalı bir sınav. Sınavdan bir iki gün öncesinde konuşma sınavına birlikte gireceğiniz partneriniz belirleniyor. Vize ve finallerde kendi sınıfınızdakilerle eşleşiyorsunuz. Her sınıfın kendine ait bir jürisi oluyor. O jürilerin de belirli bir sınıfı oluyor. Sınavı 2 öğretmen yapıyor. İçeriye de iki öğrenci giriyorsunuz.
Jüri sınıflarına giden koridorun başında görevli iki adam oluyor. Hemen sağ köşede de her şeyi kaydeden bir kamera.Görevliler, “jüri altııııı! 11:15’te girecekleeer!” şeklinde bağırıyor. Sizin jüri ve saatinizse hemen masaya gidip imza atıyorsunuz ve koridordan geçiyorsunuz. Sınıflara giden ana bölümde yine bir masa karşılıyor sizi. Oradaki görevli de partneriniz ve size “jüri kaç?” diye soruyor. Siz de altı diyorsunuz. Görevli , “tamam geçebilirsiniz” diyor. Böylece, jürinizin bulunduğu sınıfa doğru yürüyorsunuz. Jüri sınıfınızın önüne geldiğinizde zaten size gülümseyerek iki hoca karşılıyor. Bu konuda rahat olabilirsiniz çünkü hocalarımız, oldukça anlayışlı ve güler yüzlü.
Sınıfa girdiğiniz anda hocalardan biri hemen masanın üzerinde duran kameranın kayıt tuşuna basıyor. (evet sınav esnasında kayda alınıyorsunuz ama inanın bunu unutuyorsunuz) Hocalar sırasıyla kendinizi tanıtmanızı istiyorlar. Klasik, benim adım şu, şu bölümde okuyorum, şuralıyım faslından sonra birinizle başlıyorlar. İlk soruyu soruyorlar, örneğin:
-Sence okulumuzun imkânları yeterli mi, bu konuda ne düşünüyorsun?
-Ailenle mi seyahat etmek istersin, arkadaşlarınla mı, neden ?
-Öğrenciler en çok neye para harcalar ve neden?
gibi. Bunlar kişisel sorularınız. Her birinize iki adet buna benzer bir soru soruyorlar. Daha sonrasında da discuss denilen tartışma bölümüne geçiyorsunuz. Bu bölümde partnerinizle ortak tartışacağınız bir konu veriyorlar. Örneğin:
-Çadırda mı kalmak daha iyi yoksa otelde mi, neden ?
-Trafik kazalarını önlemek için ceza mı daha önemli yoksa eğitim mi, neden?
-Hayatta tecrübe mi yoksa eğitim mi daha önemlidir, neden?
gibi. Bu ve buna benzer bir soruda bir fikri savunarak karşılıklı konuşuyorsunuz. Partnerinizle aynı fikri de savunabilirsiniz farklı fikri de bu sorun değil. Önemli olan, ezbere robot gibi değil de karşılıklı iletişim halinde akıcı bir şekilde konuşabilmek. Hatta göz temasının ve araya katılan “yeah I agree with you, I know I know, you’re right but…” şeklinde kelime gruplarının da oldukça faydası var.
Şansımıza D kuru final speaking’inde jürilerimizden biri Ulus Hoca’ydı. Herkes girmeden önce “Ulus Hocanın karşısında daha çok heyecanlanırız ya yapamazsak diye, püh şansımıza” sözleriyle geriliyor, çıktıktan sonra da “aşırı güzel geçti, şanslıyız” diyordu. Benim de Hazırlıktaki en güzel speakig’im Ulus Hocanın jürimiz olduğu o final speaking’iydi.
İlk dönem başladığınız kurunuzun dönem sonu ortalaması 60’ı geçerse bir sonraki dönem için kur atlamış oluyorsunuz. Ben de bu şekilde ikinci dönem D’den C’ye yükseldim. Ama her zaman D olarak ilk dönemde kalabilmeyi dilerdim.
İkinci dönem de ilk dönemki gibi sıfırdan başladık her şeye. Öğretmenler farklı, sınıftakiler farklı, sınıfın farklı ve ben değişimlere kolay ayak uyduramam hele de bir yeri gerçekten çok sevmiş ve oraya alışmışsam. (çok da umrumuzdu ece.)
Yine aynı mükemmellikle geçer umuduyla başladığım ikinci dönem, pek de öyle olmadı. Pınar ve Ulus Hoca’nın enerjisini, ilk dönemki sınıfın samimiyetini aradım hep. Yalan yok , ikinci dönem de hocalarımız şahane insanlardı, sınıftakiler de öyle, ama hani bazen o enerji geçmez ya size. İlk gün nasılsa genelde son güne kadar öyle devam eder.
Bunun etkileri derslerime de yansıdı. Ortaya atılan soruları daha az cevaplamaya (hatta zaman zaman hiç) ders dışında başka şeylerle ilgilenmeye, kitap kenarlarına çöp adamlar çizmeye başladım. Bunu direkt başkalarına mal etmek haksızlık olur, kendi hatalarım da vardı. Ne olursa olsun derslere katılmalıydım. Ama diyorum ya, öyle başlayınca öyle de devam etti. Fakat yine de ilk dönemki gibi düzenli çalışmaya ve defterlerimi düzenli tutmaya özen gösterdim. Aradaki tek fark şuydu: İlk dönem, neredeyse her gün az da olsa işlenilenleri tekrar ediyor kısa kısa notlar alıyordum. İkinci dönem bu işlemi yalnızca hafta sonları yapmaya başladım. Bu yüzden kabul ediyorum, notlarım düştüyse en büyük suçlusu benim.
Bir de Proficiency sınavının stresi vardı tabii. Ekrem Uzbay’ın kitabını Mayıs’ta almıştım, sınav Haziran’daydı. Bu da size verebileceğim bir diğer tecrübedir. Proficiency kitabını sene başında alıp yavaş yavaş da olsa çözmeye başlayın. İkinci döneme hele hele son 1 aya bırakmayın çünkü hazırlığı geçebilmeniz için o sınav çok çok çok önemli.
İkinci dönem de yine Speak Out kitaplarıyla, Pack’teki etkinliklerle, Task ödevleriyle, yeri gelince interaktif oyunlarla geldi geçti.
Hocaları da es geçmek istemiyorum, her biri alanında çok başarılı insanlardı ve aldığınız eğitimin kaliteli olduğunu bilmek insana güven veriyor.
Buu Barış Hocamız 🙂 Evet, en az bizim kadar genç görünümlü, hatta ruhu bizden bile genç olan biri. Tüm dönem proficiency’nin öneminden söz etti. Ne kadar haklı olduğunu sınava girip çıkınca anladık.
Bu daa Yiğit Hocamız 🙂 Kendine has bir kişiliği ve öğretme tarzı var. Lisedeki bir öğretmenimin birebir kopyası olduğu düşündüm dersimize girdiği ilk andan beri.Bu yüzden fazla yabancılık çektiğimi söyleyemem. Hatta bazen kendimi lise sıralarında zannedip refleks olarak Yiğit Hocaya da yazdığım bir şeyi okutma ihtiyacı duyduğum oldu.😃 Çünkü lisedeki bahsi geçen hocamın 4 sene boyunca “hocaam yeni bir senaryo yazdım okur musunuz? Hocam, bir çocuk kitabına başladım nasıl sizce? Hocam bahsettiğim kısa filmin ilk sahnesini değiştirmek istiyorum vaktiniz varsa konuşabilir miyiz?” sözleriyle her zaman başının etini yemiştim 😀 Neyse ki Yiğit Hocaya bunu yapmadım, ucuz atlattı 😄
Ha bir de Çağdaş Hocamız vardı. Onunla fotoğrafımız yok ne yazık ki. Ama tam bir ingilizce aşığı diyebilirim. Hatta İngilizce ile sınırlı değil birçok dili öğrenemeye de çalışıyor. Bu konuda oldukça yetenekli. Tam hatırlamıyorum ama sanırım Hacettepe’de ya da Odtü’de okumuştu. Bir gün üniversiteye dair bir anısından bahsetmişti:
Çağdaş Hoca ve arkadaşı, sınıftaki en iyi öğrencilermiş. Hatta çoğu kişi onları sevmezmiş, bu kadar kısa sürede anlayıp çok yüksek not alabildikleri için. Bir gün sınav oluyorlarmış. Süre de 2 saat falan. Çağdaş Hoca ve arkadaşı 10 dakikada bitirmiş ve hocalarına teslim etmiş. Ne kadar havalı değil mi? Hep yapmak istemişimdir 😀 Üstüne üstlük o sınavdan da yüksek almışlar. Vay be dedim, işte böyle insanlar da var ve ilgi alanlarına yönelmeleri onlar için en doğru karar.
Gelelim Proficiency Sınavına
Anadolu Hazırlık’ı geçebilmeniz için prof. sınav ortalamanızın 60 üstü olması gerekiyor. Aynı vize finalde olduğu gibi burada da booklet-writing-speaking sistemi var. Fakat vize ve finallerden tek farkı, bu sınavın kendi seviyenizdeki kur sınavları gibi değil de ileri düzey ingilizce seviyesinde olması.
Onun öncesinde tabii ki prof’a girebilmeniz için ikinci dönem vize finallerden de geçmiş ve ortalamanız 60 üstü olması gerekiyor. Eğer ortalamanız tutarsa prof’a girmeye hak kazanıyorsunuz. Oradan sonrası bir muamma…
Ben ikinci dönem de vize-finalleri ve ortalamayı geçerek proficiency’e girmeye hak kazandım.
Booklet sınavı, oldukça zordu. Sonuçta iki-üç düzey üstümdeki bir sınavdı. Fakat o bir aylık sürede bile çalıştığım kelimeler karşıma çıktı, yapabildiklerimi tamamen o sayede yapabildim. Yalnızca kendi kur kitaplarına çalışmak prof. için hiç yeterli değilmiş, bunu anladım. Sene başından beri nasıl kur atlamak için çalışıyorsan aynı tempoda prof’a da çalışmalıymışsın. Bu da size vereceğim öğütlerden biridir.
Writing Sınavı’nda, essay yazdırdılar. Ohoo bu essay muhabbetine girersek hiç çıkamayız, türkçedeki kompozisyon diyeyim anlayın. Konu: Milyoner olmak isteyenler neye ihtiyaç duyarlar?’dı. Açık konuşmak gerekirse sürem yetse çok uzun yazabilirdim. Fakat o gün 10 dakika sınava geç kaldım ve talimatları kaçırdığım için 5-10 dakika da ne yapmam gerektiğini anlamaya çalışmakla geçti ve 20 dakika kadar bir kaybım oldu. Bu yüzden istenilen kelime sınırına bile gelememiştim. Writing sınavlarında zaman en değerli unsurdur, dikkatli kullanmalısınız. Bu da bir başka öğüdüm.
Speaking Sınavında biraz korktuğum başıma geldi diyebilirim. Prof. sınavlarında tüm okul karılıyor. Yani parterin D kuru biri de olabilir, A kuru biri de. Tahmin edin bakalım benim partnerim hangi kur’du ? A diyenleri duyuyorum, o kadar haklısınız ki.
Tüm hazırlık boyunca en gergin olduğum speaking sınavıydı. Alnımda çıkan sivilcecan adeta “ben de buradayıım” diye bağırıyordu. Gerginlik, stres sizi her zaman 1-0 geride bırakır. Kişisel sorum olan iki soruyu da başlarda anlamadım ve bu bana çok puan kaybettirdi. Eğer hocanız sorunuzu üçüncüye tekrarlarsa bilin ki o sınav düşük gelecek. Neyse sonra anladım ki çevre hakkında konuşmam gerekiyor. Ama bak sen şu işe, o an aklımdan çevre hariç her şey geçiyordu. Geçen yaz Ayvalık’ta girdiğimiz deniz geliyor, doğum günümde aldığım hediye geliyor, dün yediğim yemek geliyor ama bir türlü çevre hakkında aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Hiç olmazsa bir, yerlere çöp atmamalıyız‘ı söylebildim. Bir de ağaç dikmeliyiz‘i ekledim.Sonra mümkünatı yok bir şey söyleyemedim. Aklıma fabrika bacaları geldi, fabrikanın anlamını unuttum (factory be canım) bacanın anlamını zaten bilmiyordum. Dedim Ece zorlama. En son that’s so dedim ve sıra partnerime geçti.
İkinci sorum “arkadaşında sevmediğin özellikler” tarzı bir şeydi, soruyu şu an bile net hatırlamıyorum. O an aklımdan geçen “arkadaşım çok çılgın birisidir ve bazen bundan hoşlanmıyorum.” demekti fakat ağzımdan “You are crazy” sözcükleri döküldü. İki jüri hoca da bana bakıp gülmeye “ahaha we are crazy?” demeye başladılar. Bir an “niye güldüler ki şimdi” diye düşündüm sanki “you are crazy” diyen ben değilmişim gibi. Tabii 5 saniye kadar sonra “oov so soryy” dedim, hocalar hâlâ gülmeye devam ettiler. Neyse dedim, en azından ortam yumuşadı, kendimi de biraz rahatlamış hissettim o andan sonra. Ama D kurunda bundan daha zor speaking sorularında bülbül gibi şakıyan ben, bu bambasit (yeni bir sözcük türettim sanırım) soruda afallamıştım. Bir yandan kendime kızıyordum “Ecee, bu çok kolay bir soru hadii, bir şeyler söyle” diye.Bir yandan da aklımdan sadece you are crazy geçiyordu 😀 Anlayacağınız prof. speaking’i taaam bir fiyaskoydu 🚩
Hazırlık serüvenim böylesi tatlı ve eğlenceli başlamışken, sonucunun böyle bitmesini istemezdim. Fakat proficiency sınavını geçemedim arkadaşlar. Evet çok isterdim size “ben geçtim siz de geçebilirsiniz” demeyi ama yapamadım. Fakat bu, sizin yapamayacağınız anlamına gelmiyor. Benim hatalarımdan ders çıkararak gayet de başarılı olabilirsiniz prof. sınavında. Geçemeyeceğimi baştan bilseydim bile yine aynı istekle okumak isterdim tüm seneyi. Hatta deseler ki bu seneyi baştan yaşama şansın var ister misin? Belki de son zamanlarda aldığım en değerli hediye olurdu bu.
Ben isteğe bağlıydım ve seneye bölüme geçeceğim fakat zorunlu hazırlık okuyacakların böyle bir lüksü olmuyor. Onlar o prof. sınavında 60 üstü alabilmek için hazırlığı bir sonraki sene tekrar okumak zorundalar. Hatta prof. speaking’indeki A kuru partnerim, hazırlıktaki ikinci senesi olduğunu söylemişti ve bu sene olduğumuz prof. sınavı son zamanların en zorlayıcısıymış. (mükemmel şansım) Ben de zorunlu olsaydım yeni öğretmen ve yeni sınıfımla tekrar okumakta istekli olur muydum bilmiyorum. Eğer ilk dönemki gibi tatlı hocalar ve arkadaşlara denk gelecek ve en az o dönemdeki kadar verimli geçecekse zamanlarım, bunu çok isterdim. Ama tersi olacaksa, anadolu hazırlık pişmanlıktır’cılara bile dönebilirdim.
Bu arada hazırlık’ı geçmek için elimden geldiğince çabalayacağım. (belli sınavlara girip sonradan da geçebiliyorsun) Ve her daim İngilizcemi geliştirmek için de bir şeyler yapmaya çalışacağım.
Her ne olursa olsun, bir sene boyunca yaşadıklarımdan, öğrendiklerimden biriktirdiğim anılardan asla pişman değilim ve hayatımın “iyi ki” köşesinde duruyor her biri. Anadolu Hazırlık’ı deli gibi istemekte haklıymışım. Böylesi güzel günler geçireceğimi, tatlı insanlar tanıyabileceğimi pek tahmin etmiyordum. Fazla özele girmemeye, daha çok bilgi vermeye çalıştım ama (iyi ki çalışmışsın) eminim olun yaşadığım hatıralardan da başlı başına bir blog yazısı hatta zorlasanız kitap yazılır. Belki klasik olacak ama tamamen doğru. Burası kalabalık bir aile gibi. Hocalarından tutun, kantincilerine kadar. Buradaki öğretmenler, okul, sizin için o kadar emek sarf ediyor ki “Bu zamana kadar ben okulda mı okumuşum?” diyorsunuz. Kütüphanesi binbir çeşit dil kitaplarıyla dolu, gramer , reading, speaking, öykü , roman… Çoğu da Oxford ve Cambridge kitapları.
Yabancı Diller’de her hafta mutlaka bir etkinlik düzenleniyor. Bu, Erasmus Öğrenci buluşması olabilir, İngilizce tiyatro gösterisi olabilir, Yabancı uyruklu hocaların verdiği koferanslar olabilir, mümkün olduğunca etkinliğe katılmaya çalıştık fakat en güzeli okulun sonlarına doğru yapılan “Culturel Exchange Day” etkinliğiydi. Bu yazının başlığındaki toplu fotoğrafımız da o güne aittir. Farklı ülkelerden öğrencilerle buluşmuş, kültürlerini, yiyeceklerini tanımıştık. Bu fotoğraflar da yine, o günden kalanlar.
Ha bir de Çinliler ve Endonezyalılar hakikaten çok tatlı insanlar 🌹
Burası, Çin Kültürü Köşesiydi ☘️ İlk denelerime göre fena sayılmam, tabii önemli olan yerinde test etmek 🙂
Bu kare de bitmeyen langırt aşkımın minik bir anısı 🙂
(ilk dönem)
Başlarda mırın kırın etsem de sonra gittiğim için aşırı mutlu olduğum bir günden kalanlar bunlar da. Eskişehirspor-Galatasaray’ın basketbol maçı vardı. Sağ olsun Zehra’nın yoğun istekleri sonucu peşinden gittik biz de. İyi ki ısrar etmişsin be Zehra 😃
O gün, tam anlamıyla anlamıştım Eskişehir’de olduğumu. “Es – es – es / ki – ki – ki / eski eski es!” bu tezahüratlar kulaklarımda çınlamıştı tüm gün ve anladım ki bu Eskililer hakikaten güzel insanlar. Maç bizim İki Eylül Kampüsündeydi ve haftasonuydu. Yine her zamanki gibi kırmızı 4’e binip eskartımı basmaya yeltenirken şoför “basma, bugün maçımız var, ücretsiz” demişti. Vay be demiştim kendi kendime, ben burayı hak edecek ne yaptım 💜
Bizim Ulvi ve Fikri de Galatasaraylıydılar. Bu yüzden, tüm tribün, Eskişehirspor basket attığında çıldırıp alkış tufanı koparırken (biz de dahil) onlar sessizce “ah bee tüh” demekle yetindiler. Ama bir yandan da çaktırmamaya çalışıyorlar çünkü tribün tamamen Eski taraftarıyla dolu, mazallah bir sakatlık çıkmasın sonra. Bayağı komikti o dakikalar 😄
Hazırlık serüvenimde, günlük hayatımda, okulda neler yaşadığımı vs. birinci elden okumak, incelemek isterseniz İnstagram’daki hesabımdan eski paylaşımlara doğru inerseniz oralarda gün gün, üniversitede yaşadıklarımı, sevincimi, hüznümü bulabilirsiniz. O paylaşımlarım, yaşanılan an’ın hemen sonrasında attığım için daha gerçekçi ve samimi bana göre. Ben hâlâ ara ara okuyup eğleniyorum 😀
(edit: birçoğunu arşivledim)
Vee sanırım artık bitirmeliyim çünkü fazlasıyla uzun bir yazı oldu. Söylemediğim şeyler kalmasın ve dümdüz bilgilendirme yazısı olmasın diye kendi tecrübelerim üzerinden elimden geldiğince anlatmaya çalıştım Anadolu Hazırlık Öğrencisi olmayı. Umarım burada hazırlık eğitimi almak isteyenler ve bizim okulun eğitimi vs. hakkındaki şeyleri merak edenlere cevap olabilmişimdir. Gerçi bu sene Anadolu bölünüyor. İki Eylül’deki bölümler artık yeni açılacak olan “Eskişehir Teknik Üniversitesi” çatısı altında toplanacak. O yüzden bu sene Mimarlık, Mühendislik vs. kazananlar, yeni dönemde bizim hazırlıktan mı yararlanacaklar bilmiyorum. Bizim bu hazırlığı Yunus Emre Kampüsüne mi taşırlar (pek sanmam) yeni açılacak üniversitenin hazırlığıyla aynı binada mı tutarlar bunda da hiçbir fikrim yok. Seneye hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Dileğim, İki Eylül Kampüsünde bulunan Yabancı Diller Yüksekokulu’nu dağıtmamaları, hocalarına, binasına dokunmamaları yönünde, ama umarım yaptıkları değişiklikler, hepimiz için en iyisi olur. Benim fakültem Yunus Emre Kampüsünde fakat en az İki Eylülde okuyacaklar kadar üzülüyorum bölünme olaylarına. Düşünsenize Anadolu Üniversitesini kazanıyorsunuz ve gelecek sene sizi Eskişehir Teknik Üniversitesi öğrencisi yapıyorlar. Ne diyebilirim ki…
Ha bir de, bu köşeyi çok özleyeceğim.
Son sözüm,
Bana kattığın her değer için, çatında tanışmamı sağladığın her çeşit insan için, yol yordam bilmediğim bir şehirde beni evimde hissettirdiğin için teşekkür ederim Anadolu Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu 🖤
Bu yazı üzerine Mirkelam -Hatıralar 🎼 iyi gider.Ben şu an dinliyorum.
(duygusal bir gece olacağa benziyor…)
Seviye belirleme sınavına çanta almıyorlar mı? Kimliğimi ve kalemimi aldım yazmışsınız. Ben tek gideceğim, öyleyse nasıl olacak?
BeğenLiked by 1 kişi
Tabii ki çantayla girebilirsin. Ben, yanımda annemler olduğu için çantamı onlara vermiştim. Bir sorun çıkmaz, merak etme 🙂
BeğenBeğen
bu kadar güzel anlatılabilirdi nerdeyse aklımdaki tüm soruların karşılığını buldum harika bir yazı olmuş
BeğenLiked by 1 kişi
teşekkür ederiim 🙂
BeğenBeğen
Ya yazını çok beğendiğimi söylemek istiyorum öncelikle bir de merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum ben de bu sene başlıycam pdr bölümünü kazandım hazırlık okumak istiyorum ama zorunlu değil sanırsam eğer hazırlıktan kalırsam bir sene daha mı hazırlanırım yoksa direkt kendi bölümüme geçebilir miyim
BeğenLiked by 1 kişi
Merhaba Esra, çok teşekkür ederim. İsteğe bağlı hazırlık okuyup başarısız tamamlarsan bir sonraki sene için “Bölümüme geçmek istiyorum” temalı bir dilekçe vererek bölümüne geçebiliyorsun ama dilersen hazırlığı tekrar okuma şansın da var, tamamen senin isteğine bağlı.
Tebrik ederim, dilerim üniversiteye dair tatlı hatıralar biriktireceğin günlerin olur. Hazırlık, bölümün için isteğe bağlı olsa da kesinlikle oku ve tadını çıkar.
Sevgiler 🌼
BeğenBeğen
Merhaba Ece yazını çok beğendim. Aklımda olan çoğu soru işaretini giderdim bu sayede ancak merak ettiğim bir durum var. Bu yıl Fransızca Öğretmenliği bölümünü kazandım pek istediğim bir bölüm değildi açıkcası. Fransızca hiç bilmiyorum desem yeridir. Hazırlık okumam gerekiyor zorunlu değil galiba. Seviye tespit sınavına girmek zorunda mıyım girsem de bir şey yapamayacağım çünkü 😀 Girmezsem otomatik hazırlık kuruna yerleşir miyim ve zorunlu olmayan hazırlık bölümlerinde hazırlığa kalmak istediğime dair bir işlem yapmam gerekiyor mu? Teşekkür ederim şimdiden.
BeğenLiked by 1 kişi
Merhaba Mert, çok teşekkür ederim 🙂
Seviye Tespit Sınavı’na girmezsen en alt (sıfırdan öğreten) kurdan başlıyorsun. Fakültene kayıt yaptırmaya gittiğinde sistemden hazırlık okumak istediğine dair bir kutucuğu işaretliyorsun, bu neticede dahil oluyorsun hazırlık eğitimine 🙂
BeğenBeğen