Birazdan okuyacağınız yazı,
liseye yeni başladığında mezuna kalanların başarısız olduğunu zanneden fakat ilerleyen zamanlarda (12.sınıfa geldiğinde) kendisini mezuna kalma fikrine alıştırıp bir sene boyunca sınava evde hazırlanarak istediği okulu kazanan bir kızın hikâyesi, bu benim hikâyem.
Şu an bu yazıyı okuyorsanız muhtemelen ya mezuna kalmak için karar aşamasındasınız ya mezuna kalmış birisiniz ya da yalnızca benim hikâyemi merak ediyorsunuz. Özellikle mezuna kalmayı düşünen arkadaşlara iki çift lafım var: Şunu unutmayın! Mezuna kalmak, hayatınızdan bir sene çalmak değil, hedefleriniz uğruna elinizden gelenin daha fazlasını yapmak demektir. Bu nedenle “mezuna kalırsam Ayten teyzeler ne der, ya hocalarıma mahcup olursam, arkadaşlarım kazanır da ben kalırsam çok üzülürüm” gibi furyaları bir kenara bırakın ve kendi hikâyenizi kendiniz yazın!
Okulumu , öğretmenlerimi , arkadaşlarımı çok seviyor ve öğretmen olma hayalleri kuruyordum taa ki babamlar “Ortaokulda daha iyi bir eğitim alabilmen için Edirne’ye taşınacağız” diyene kadar… Ben yaşadığımız o küçük ilçede öylesine mutluydum ki merkeze taşınırsak hayatımdaki kopuklukları az çok sezebiliyordum. En sevdiğiniz arkadaşlarınızı, öğretmenlerinizi ve yaşadığınız mahalleyi bırakıp gitmek dünyanın en zor şeyi, hele ki 10 yaşında. Çocuksunuz işte, sizin ne gibi bi etkiniz olabilir ki bu kararda, büyükler ne derse o. 4.sınıfı da ilçede tamamladıktan sonra annemler kaydımı aldırdılar ilkokulumdan. Yalvardım yakardım, yapmadım mı sanıyorsunuz. Her şeyi denedim, ilçeyi ne kadar çok sevdiğimden bahsettim her gün, merkezde okursam çok mutsuz olacağımı, belki derslerimin bile kötüye gideceğini anlattım ama ne fayda? Dinleyen yok. Elde ne var, sıfır! O yaz tam anlamıyla Edirne’ye yeni evimize taşındık. Babamlar “kızım amma surat yaptın, bak ne güzel kocaman bir evimiz var artık, ne yapacaksın ilçedeki 1 oda 1 salon lojman dairesini” deyip beni avutmaya çalışıyorlardı. İstemiyorum diyordum, ille de istemiyorum. İsterse saray olsun, ben yine gider o bir oda bir salon sobalı lojman dairemizde kalırdım.
Eylül ayının sonları, okul başlıyor. . 5. sınıf olmuştum , okula girdiğimde tanımadığım birçok farklı yeni yüz , farklı insanlar hatta çok , çok fazla insanlar . Merkez okuldaki ilk günümün ilk dersinde daha anlamıştım okulu sevmeyeceğimi. 45 kişilik sınıfta herkes karşılıklı birbirine küfrediyor , o ona ego taslıyor , o onunla marka kıyası yapıyor , biri çıkıyor hocaya saydırıyor. Tabir-i caizse tam bir cehennemin içindeydim.Ve ilçedeki arkadaşlarımı mumla arıyordum.4 yıl boyunca da böyle sürdü. İnsanların kalitesini şöyle bir örnekle açıklayabilirim ;
Okuldaki ilk haftamdı, sınıfın tek yeni öğrencisi bendim ve kaynaşmaya çalışıyordum. Kendimi bir kıza çok yakın hissetmiştim çünkü ilçedeki arkadaşıma benziyordu, gözleri, saçları… Bilgisayar laboratuvarında sıradayken “merhaba ben ece” diyerek tanıştım. O ilk dakikalar bi samimiyet kurduk, her şey çok güzeldi. Muhabbet sırlardan açıldı, senin sırrın var mı benim sırrım var mı gibisinden. O bana bir tane söyledi, haliyle ben de ona. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Bilgisayar dersinde biri kulağıma eğilip “senin böyle böyle bir sırrın varmış.” dedi. Ben gayet masum bir tavırla “aa kim söyledi ki?” dedim çünkü sırada tanıştığım kızın söyleyeceğine ihtimal vermiyorum. Neden? E ben ona güvendim, çünkü ilçedeki arkadaşıma çok benziyor. Her sakallıyı deden sanma demişler. Ders bitiminde kızın yanına gittim “sırrımı ona sen mi söyledin” dedim.“Evet ben söyledim” dedi. “Neden öyle bir şey yaptın, ben sana güvenmiştim” dedim. “Demek ki güvenmeyecekmişsin” dedi.
Ben bu ve bunun gibi insanlarla dolu 45 kişilik sınıfta 4 yıl okudum, size yemin ederim ki mezuniyet balomuzda okuldan kurtuluyorum diye 3 saat boyunca hiç oturmadan roman havası oynadım. Hayatımın hiçbir döneminde toplasanız o kadar oynamamışımdır. Öyle bir sevinç, öyle bir mutluluk yok. Hiç mi düzgün insan yoktu, vardı olmasına ama bu bir elin beş parmağını dahi geçmez.İşte böyle bir ortamda ‘SBS’ denilen arkadaşa hazırlanmak deveye hendek atlatmak gibiydi. Okul sınavları harici bir test kitabı kapağı bile açtığımı hatırlamam SBS için. Ben öğretmen olma hayalimden de tam o zamanlar vazgeçtim işte. O sınıfa düştüğümde, böyle insanların varlığından haberdar olduğumda. Hayatın her alanında mutlaka o tarz insanlarla karşılaşacağız, elbet bir gün yaşayacağız belki ama 11 yaş tüm bunlar için çok erken. SBS sınavına hazırlanmamamın tek sebebi okul muydu? Hayır, en büyük sebeplerinden biri de annemin bana her zaman her yerde ‘çalış’ nutuğu çekmesiydi. ‘Bunu her ebeveyn yapar normal bir şey’ diyebilirsiniz. Ama benim annem beni her zaman bir başka çocuklarla kıyaslardı. “Bak falanca arkadaşın kızı geçen SBS’de 450 almış ona göre” diyordu, sürekli ve sürekli. Yahu banane diyordum. BA-NA-NE ! Onlardan düşük alırsam ‘dünyanın en başarısız insanı’ unvanı falan mı alacağım ki ayrıca alsam kaç yazar? Herkes kendi geleceğinin sorumluluğunu kendi üstlenmeli. Aileler, çocuklarına iyi bir gelecek sunmak isterken bazen işi çok abartıp her şeyin daha da kötü olmasına neden oluyorlar, en azından benim için bu böyleydi. Her zaman her yerde kıyaslardı annem, her yerde çalış derdi, herkese “Yok bizim kız iyi bir anadolu lisesi kazanamaz da onların bir altındakileri kazanır belki, çalışmıyor çünkü, sevmiyor çalışmayı, sizin oğlan nasıl? Fen lisesi falan olur onun kesin.” diyor, benim olmayan moralimin üstüne toprak atıyordu. Ve ben yine ilçeden ayrıldığımız güne sövmeye devam ediyordum. Takdir edersiniz ki bu şartlar altında motivasyonlu bir şekilde çalışmak oldukça güç, neredeyse imkânsızlık derecesinde. Motivasyonu düşüren şey ne kalem eksikliği ne de test kitabı eksikliğidir, motivasyonu düşüren en büyük neden size o şeyin zorla yaptırılmaya çalışılmasıdır.
Ben 3 sene boyunca girdim bu SBS belasına ve her sene bir önceki seneden daha düşük almaya başladım. Çünkü işin içine dershane girmişti. Okuldan zaten nefret eder hale gelmiştim, bir de cumartesi pazar toplam 12 saatimi benden çalan dershane eklenmişti işin içine, sınavlardan soğumam için tuzu biberiydi yani anlayacağınız. “Dershaneyi niye sevmedin, o sınıf da mı kötüydü?” diyecek olursanız da, hayır dershaneyi okuldan daha çok severdim. Oradaki arkadaşlarım gayet düzgün insanlardı, hocalarım da öyle. Ama diyorum ya, annemlerin zoruyla kaydolduğum ve gitmeme mecbur bırakılan bir kurumdu ve benim hayatta yapmaktan en nefret ettiğim şey bir şeyin bana zorla yaptırılmaya çalışılmasıdır. Annemler dışında herkes bu huyumu kabullenir, ona göre yaklaşırdı. Bilirlerdi ki bir şeyi Ece’ye üstelersek, yapacağı varsa da yapmaz. Bir annemler anlayamamıştı da zaten iş işten çoktan geçmişti. 8.sınıfla beraber son SBS sınavım da bitmişti ve tercihleri yaptıktan sonra yerleştirme yerlerinin açıklanmasını bekliyorduk. Hâlâ içimi acıtan bi anı var hatıramda. Arabadayız, çarşıya gidiyoruz annemlerle bir de arkadaşım var yanımızda. “Ha bak o lise buradaymış, burada mı okuyacaksın” dedi arkadaşım, “Bilmiyorum ki tercihlere yazdım ama bakalım inşallah tutarsa orasını istiyorum” dedim. Annem o zaman “burnunuzu çekin burnunuzu” demişti. “Neden ki” dediğimde espriyle karışık , “e orası tutmayacak ya anca burnumuzu çekeriz yanından geçerken” demişti. O anı dün gibi hatırlıyorum. Bakın bu baskılar ve küçümsemeler altında kolay kolay kimse sağ çıkamazdı o SBS belasından. Nitekim benim de çok sağ çıktığım söylenemez. En kötü anadolu lisesinin bir üstündeki anadolu lisesini kazandığımı öğrenmiştik. Ben bayağı üzülmüştüm o gün. Böyle olsun kim ister ki, herkes başarılı bir lisede okumak ister. Puanım 382 falandı sanırım, çalışmamış hali bu, biraz test falan çözseydim annemin ‘burnumuzu çekeriz anca’ dediği liseyi yedeklerden değil de asil olarak kazanabilirdim. Ama iyi ki öyle bir şey olmamış ve ben iyi ki başta hiç sevmeyeceğimi düşündüğüm lisemi kazanmışım. Hayatın nereden ne getireceği hiç belli olmuyor, bir gün “herkesten nefret ediyorum” deyip bir gün “yaşamak çok güzel bir duygu” diyebiliyorsun. Nerede kalmıştık, heh, liseyi kazandığım zaman. Başta gerçekten çok mutsuzdum o liseye gideceğim için, hatta o aralar günlük tutardım, şey yazmışım “Sevgili günlüğüm, lise yerleştirme yerleri açıklandı ve ben o istemediğim liseyi kazanmışım, hiç sevmiyorum o okulu, keşke gitmesem, bence zaten hiç gitmesem daha iyi” aynen bunları yazmıştım ve okul açılana kadar günlük tutmamıştım. Günlüğümün bir sonraki sayfası nasıldı biliyor musunuz? “Sevgili günlük, yine ben, biliyor musun çook mutluyum. Lisemi çok sevdim. Arkadaşlarım, öğretmenlerim o kadar iyi, o kadar eğlenceli insanlar ki iyi ki bu liseyi kazanmışım, okulumu çok seviyorum.”
Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır, diye boşuna mı demişler. Ne iyi demişler, ne doğru demişler. Ben bu sevinç ve mutlulukla okulun ilk günü kimyadan özet çıkardığımı bilirim, ben bir de yani, hani ben. Sözel zekaya sahip bir insan ve ortaokulda kimyadan aşırı sıkılan ben resmen lisedeki ilk günümün akşamı kimya çalıştım var mı böyle bir şey? Sonra kalkıp “Ece ders çalışmayı sevmiyor” deyin, sevmez olur muyum, ders çalışmayı, yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum, benim için sıkıcı gelmiyor aksine eğleniyorum tabii ortaokul facialarını yaşamadığım sürece. Lisedeki ikinci haftamız falandı sanırım, bir gün arkadaşımla kantine gidiyorduk, panodaki afişlere bakmayı çok severim ben, yine geçerken bakıyordum. Koridorda yürüyoruz ben birden durdum, öküzün trene baktığı gibi panoya bakıyorum, arkadaşım “Ecee gelsene hadi zil çalacak, yetişemicez sonra” deyip kantine çağırmıştı , “sen git, ben bir dahaki tenefüs gidicem” deyip o tenefüsü o panonun başında öylece bakarak geçirmiştim. Ne mi vardı panoda?
” 6.Gençliğin Gözünden Türkiye Liselerarası Kısa Film Yarışması ” afişi. Neden bilmiyorum ama o afiş öylesine beni çağırıyor gibiydi ki sanki bir şeyler yapmam gerekiyordu, yerimde duramıyordum. Bir sonraki tenefüs samimi olduğum hocaların yanına gittim afişten bahsettim, çoğu “Evet Ece ilgin varsa katılabilirsin belki dereceye bile girersin” deyip desteklemişlerdi. Fakat annemler hiç öyle düşünmüyordu. Karşı çıktılar film işlerine, kendimi sadece 3 sene sonraki YGS-LYS sınavına hazırlamalıymışım. Zor bela ikna ettim katılmam konusunda ve o sene ultra amatör bi film çıkardık ortaya, adı Paranoyak’tı. Son derece acemi ama bir o kadar da umut vadeden bir filmdi en azından bizim için. Doğal olarak bir başarı elde edemedik yarışmada ve annemler “E biz ne dedik sana, boş boş işlere zaman harcayacağına test çözmeye başla şimdiden, iyi bir üniversite kazan sonra istediğini yaparsın” diyerek umutlarıma bir kırbaç daha vurdular. Ben tam o gece bir söz vermiştim kendime. 10.sınıfa geçtiğimde yarışmanın 7.sinde dereceye girecek ve annemlere bunun boş bir iş olmadığını, oyun oynamadığımı gösterecektim. Bunun için çok çalışmam gerektiğini biliyordum. Hem derslerim hem de bu film işlerime. İlk dönem notlarımı yüksek tutmalıydım ki mart ayındaki film çekimlerimize sorun çıkarmasınlar. Yanlış hatırlamıyorsam 10. sınıfın ilk dönemini 95 ortalamayla bitirdim. Lisedeki en yüksek ortalamam o zamandı. O sene de şansıma mıdır, kısmetime midir bilinmez, Akademi Edirne 2 diye bir proje olduğunu söyledi hocalarımız. 3 aylık bir sanat okuluymuş. İçinde müzik , resim, tiyatro, sinema, düşünce, doğa gibi atölyeler bulunuyor her atölyeye alanında uzman eğitmenler gelip dersler veriyor, 3 ayın sonunda da sertifika alıyordun. Fakat bir sorun vardı, her atölyeye her okuldan yalnızca bir öğrenci seçiliyordu. Bunu belirlemek için de Akademi’nin öğretmenleri okullara gelip mülakat yapıyordu. Derste öyle bir bağırmıştım ki “hocaaaam beni sinema atölyesine yazın lütfeeeeen, noluur, mülakatlar ne zamanmııış” diye, hani üniversiteyi kazanmayı bile bu kadar içten istememişimdir heralde 😀 Hocamız hemen adımı yazmıştı, bizim sınıftan birkaç kişi daha vardı adını sinemaya yazdıran. Birkaç gün sora mülakat yapacak hocalar okulumuza geldi. Biz dersteydik, nöbetçi öğrenci gelip “hocam atölye seçmeleri için hocalar geldi, mülakata girecek olanlar toplantı salonuna gidecekmiş” dedi. Sıra arkadaşıma “ayy ben de gidiyorum , şans dile” deyip, koşa koşa gitmiştim toplantı salonuna. Bir on dakika sonra falan ben girmiştim, karşımda Murat adında bir hoca vardı. “Eveet Ece Özer, önce kendini tanıt sonra neden sinema atölyesi onu anlat bakalım” demişti. Ben o kadar kıpır kıpırdım ki motor gibi tak tak tak her şeyi söylemiştim, geçen sene kısa film çektiğimden bu sene de aynı yarışmada derece almak istediğimden falan. Hoca en son gülerek “Oo Ece, gördüğüm en hevesli öğrencisin, seni kesin almalıyız” deyip listeye adımın yanına artı koymuştu. “Ben mi seçildim hocam, gerçekten mii” deyip gülmüştüm ama kıpır kıpırım ellerimle sürekli bir şeyler yapıyorum 😀 “Evet, kesinlikle bu okuldan sen seçildin” demişti, benim toplantı salonundan sınıfımıza doğru bi koşuşum vardı, Heidi görse kıskanır o derece, seke seke koşuyordum 😀 Sınıfa bir girdim “hocaaam seçildiim” diye, tenefüs olana kadar yerimde duramadım yanaklarım al al oldu heyecandan. Bu atölye benim hayatımdaki dönüm noktalarından biriydi, annemlere göre yine boş işlerdi, bu konuda ne kadar hevesli ve heyecanlı olduğumu göremeyecek kadar kör etmişti onları sınav sistemi.
Atölyede tanıştığım birbirinden güzel insan ve birbirinden güzel derslerin katkılarıyla o sene yine giriştik bir kısa film işine. Annemler o dönem ortalamam 95 diye fazla bir şey demediler ama yine de çok vakit harcamamamı istediklerini seziyordum bakışlarından. Nitekim, 3 dakikalık bir kısa filme harcanılan 4 aylık bir senaryo aşaması, 3 saatlik çekim, 8 saatlik montajın ardından her şey hazırdı. Filmimiz bitmiş ve yarışmaya gönderilmek için eksiksizdi. O günlerde yarışmanın istediği öğrenci belgelerini falan ayarlamış, fotoğrafçıda vesikalık fotoğraf çekilip her şeyi bir zarfa koyarak okula gidip son kez filmi hocalarıma da izletmiştim ve yine o gün öğretmenler odasında her şeyi aynı zarfa koyup postacıya vermesi için müdüre teslim etmiştim. Nedense içimde geçen seneye göre bir umut vardı ama kendimi ille de kazanacağım diye şartlandırmamıştım çünkü yapım aşamasında çok eğlenmiştim hem de Akademi Edirne 2 Projesi sayesinde birçok yeni şey öğrenip deneyimleme şansı bulmuştum. Bu bile benim için en büyük ödüldü.
2 ay sonra okuldan çıktığımda hafif yağmur çiseliyordu, amcam aradı “Ecee biz yoldayız, 5 dakikaya aşağı inersin” dedi. “Tamam amca, hazırım zaten” deyip telefonu kapadım, kameramla birlikte yağmurluğumu alıp aşağı indim. Ha bu arada ne kamerası derseniz, yine o sene harçlıklarımı biriktirip profesyonel bir makine almıştım, her neyse o da uzun hikâye. Aşağı inip amcamı ve arkadaşını bekledim, arabayla beni alıp Sarayiçi’ne götüreceklerdi, daha doğrusu birlikte gidecektik fotoğraf çekimi için. 5-6 Mayıs Edirne’de Kakava Şenlikleri kutlanır, romanlara özgü bir Hıdırellez geleneğidir ve fotoğrafçılar için bir cennettir. Her sene turlarla 5 otobüs falan fotoğrafçı geliyor Kakava Şenlikleri’ne. Biz de o sene şenlikleri kaçırmayalım dedik, hele de ben makine almışken. Amcam da fotoğraf çekmeyi çok sever o yüzden seve seve götürür böyle yerlere. Babam da çok sever, sanırım bu özelliklerim baba tarafına çekmiş. Neyse efenim, biz arabadayız gidiyoruz nasıl yağmur başladı anlatamam. Tam o sırada telefonum çaldı, tanımadığım bir numara. Açıverdim bir iki çalmadan sonra, bir kadın sesi “Alo , merhaba Ece Özer ile mi görüşüyorum acaba” dedi. Allah Allah kim ki bu diye söylenerek “evet buyrun benim” dedim. “Merhaba Ece, ben 7.Gençliğin Gözünden Türkiye Kısa Film Yarışması’nın genel koordinatörü Ferda hoca, duyabiliyorsun değil mi sesimi?” dedi. Ben o ara şokla karışık “ıııı evet?” dedim. “Tebrik ederim Ece, yarışmada dereceye girdin 20-22 Mayıs tarihlerinde Ankara’ya ödül törenine davetlisiniz danışman öğretmeninle birlikte” demesin mi? Ben bir iki saniye konuşmayı unuttum o an. “Gerçekten mi, biz dereceye mi girdik?” dedim. Şokumu anlamış olacak ki gülerek “Evet Ece, tebrik ederim tekrar, ödül töreninin detaylarını maille yollayacağım, görüşmek üzere kendine iyi bak” dedi ve kapattık. Amcamlar “Hadi gözün aydın Ecee, dereceye mi girdin” dediler.
O an Sarayiçi’ne gidiş yolunda annemlerle karşılaştık onlar da işten dönüyorlardı durdurdular arabaları, amcam “annenlere söyleyecek misin” dedi. “Hayır amca şimdi değil, hiçbir şey söyleme” dedim. O ara selamlaştık annemlerle, çekime gidiyoruz falan dedik, babam “Noldu kız çekim yapacaksın diye mi bu kadar mutlusun” dedi. “Evet” dedim, hâlbuki bilse. Neyse efenim, fazla da uzatmak istemiyorum biraz özet geçeyim (iyi ki uzatmak istemiyorum, bir de uzatmak istesem) o gün şenliklerde bir sürü fotoğraflar çektik, eğlendik, Nebahat Çehre de (namıdiğer Firdevs Hanım) oradaydı ve onun bulunduğu bölgeye bile girdik fotoğrafçı unvanıyla orada bulunduğumuz için. Hatta o gün haberlere çıkmışız, annem aramıştı ‘seni gördüm tv’de’ diye, içimden diyordum dur anne sen bi de akşama gör asıl haberi 🙂 Hava karardı, herkes dağıldı biz de eve döneceğiz artık, amcamlar beni bıraktı eve, içeri girdim annem televizyon izliyordu babam odamda bilgisayardan bir şeye bakıyordu. “Anne sen de gelseni bi odama” dedim. “Noldu” dedi. “Gel gel, size bir şey söylyecem” dedim. Annem de geldi odama ikisi de bana bakıyorlar “e hadi söyle kızım aa” diye. “Tamam söylüyorum, yarışmada dereceye girmişiiiiiim” dedim , annemle babamın gözleri faltaşı gibi açıldı “Nee?” dediler. “Yarışmada diyoruuum, derceye girmişiiiim” dedim tekrar. Annem sarıldı, “Aferin benim kızıma be, valla tebrik ederim” dedi. Babam da sevinçten tanıdıkları aradı kulağıma tutuşturdu hemen “Teşekkür ederim falanca teyze, teşekkür ederim falanca amca” diye diye en son kapattım telefonu. Durdum bir iki saniye, sonra birden “Dereceye girmişiiiiiiiiiiiiz” diye bağırıp zıpladım daha sonra halıda yuvarlandım, yok yok bildiğiniz yuvarlandım 😀 Çünkü hani bu, mutluluğumun nirvanaya ulaştığı falan bir gündü. Sanırım da hayatımın en mutlu günüydü.
Zaman su gibi aktı, biz Ankara’ya gittik: Elif, ben ve Hüseyin Hoca. Ve o gezilerimizi, o ödül anını, daha birçok şeyi uzun uzun anlatabilirim ama başka zaman, bu yazı daha çok uzamasın 😀 Ben en iyisi şöyle kenara köşeye iki tane fotoğraf bırakıvereyim , siz okumuş kadar olun 🙂
“21.05.2014”
Bu ödülden sonra bana inanmayan, hedeflerimi küçümseyen herkes bana daha emin gözlerle bakmaya ve “Evet ece çok istedi ve başardı helal olsun” demeye başladılar. Bu da sizin gittiğiniz dikenli yolda size önce “haha dikenli yoldan gidiyor haha” deyip sonra o yolda topladığınız gülleri görünce “vay be yolları dikenliydi ama ne yaptı etti topladı gülleri” demeleri gibi bir şey.
Böylesine harika geçen 10. sınıfa nazaran 11 ve 12. sınıfta film işlerini annemlerden gizli saklı yürütmek zorunda kaldım. Çünkü neden? Haliyle YGS-LYS yaklaştığı için kafamı sadece derslere yormamı istiyorlardı. Bi yerde haklılardı, gireceğim sınav lise belirleme değil üniversiteye geçiş sınavıydı yani gideceğim son okul, sonrası da meslek zaten. Durum böyleyken iyi bir üniversitede okumamı istemeleri en doğal hakları, bu nedenle, yine elimden gelen gayreti gösteriyordum. Ama 11 ve 12. sınıfta da iki kısa film daha çektik sınav çalışmaları harici aklımda sürekli yarışmalar ve izlediğim kısa filmlerden esinlenip düşündüğüm yeni senaryolar olunca haliyle tam anlamıyla YGS-LYS moduna giremiyordum. Tamam yine 12.sınıf’ta çalıştım şartların el verdiğince ama istesem de okul varken tüm konuları sorunsuz halledip çok fazla soru çözemeyeceğimi biliyordum bu yüzden mezuna kalma fikri kurcalamaya başladı kafamı. Forum sitelerinde tecrübeli insan aradım, neredeyse hiçbir bilgiye rastlamadım. İnstagram’dan #ygs #lys hashtag’leri kurcalamaya başladım ve birden karşıma bir sürü ders masası post’u belirdi. Bunlar da nesi? deyip her birini tek tek incelediğimde instagramda “çalışma bloğu” diye bir kavramın olduğunu öğrendim. İnsanlar birbirlerine destek oluyor, kullandıkları kaynakları tavsiye ediyor, not falan paylaşıyor ve ders masalarını çekip atarak diğer öğrencileri ders çalışmaya özendiriyordu. Bu fikir çok hoşuma gitti ve beni mezuna kaldığımda bu film işlerinden tutsa tutsa böyle bir blog hesabı uzak tutabilirdi. 12.sınıfın başından itibaren mezuna kalacağım fikrini annemlere aşılamaya başlamıştım bu yüzden “ben mezuna kalacağım” demek zor olmadı. Yalnızca onlara dershaneye giderek değil de evde tek başıma hazırlanmak istediğim fikri biraz zorladı ama onu da güzelce açıklayınca ikna oldular. 12.sınıftan mezun olduk, sınavlara falan girdik, sonuçlar açıklandı ve ben tercih bile yapmadım. Bir an önce sınav için tam anlamıyla çalışmaya başlamak istiyordum çünkü gerçekten ders çalışmayı özlemiştim ki zaten mezunluk sürecimde ders çalışmaya yeterince doydum 😀 İnstagram’da çalışma blog’u açmayı kafama koymuştum. Evde tek başıma çalışacak, ne yaptığıma dair postlar atacaktım böylece hem çalışmaya özendirecek hem de benim gibi mezuna kalan ya da 12.sınıf birine tecrübelerimi aktararak yardım edecektim.Önce isim düşündüm. YGS ÖĞRENCİSİ – YGSLYS SAVAŞÇISI tarzda isimler başta kulağa hoş gelse de ileriyi düşünüp blog’u genel hayatımda da kullanılabilir yapmaya karar verirsem diye her şeyi kapsayan isimler düşünmeye başladım. HAYAL DURAĞI – HAYALİME UZANAN YOL – HAYAL YOLU diyee diyee sonunda “HAYALLERE GİDEN YOLUM” isminde karar kıldım ve maceramızın ilk adımı bu şekilde atılmış oldu. 23 Temmuz 2016’ydı , ilk post’um kendi çektiğim gün batımı fotoğrafı ve altında da “Merhaba ösymseverler 🙂 Yolculuğumuza başlamadan az çok kendimi tanıtayım. Bu sene liseden mezun oldum, şansımı bir kere daha denemek istiyorum. Daha iyisini yapabileceğime inanıyorum, bu sene hep birlikte mücadele edeceğiz. Ne mi istiyorum? Siz deyin sinema ve televizyon ben diyeyim film tasarımı ve yazarlık.. İlerleyen zamanlarda daha çok tanırız birbirimizi :)” yazıyordu. Evet tam olarak bunlar yazıyordu, inanmayan ilk post’uma kadar inip bakabilir 😀 Yine aynı gün içinde attığım ikinci post’um da şöyleydi, ımm hatta durun direk o post’u paylaşayım sizinle 🙂
23.07.2016 •
Evet tam da buydu işte 🙂 Bu post’tan sonra türkçe ile birlikte başlamış oldu mezunluk serüvenim. Günden güne hesaba alıştım ve daha uzun yazılar yazmaya başladım. Sonra bir ara ygs-lys sınav konuları başlığı adı altında iki ayrı post atmıştım. Çoğu kişinin keşfetine düşüp o sayede büyümeye başlamıştı bizim minik hesap 🙂 O zamanlardan beri takip edenler hangi aşamada neler yaşadığımı gün gün gördüler, ama siz de ulaşabilirsiniz, geriye dönüp de hatırlayabilmek için silmiyorum postları, taa ilk postlarıma indim biraz nostalji yapacağım, şu alttaki fotoğraf ygs’nin çok yaklaştığı günlerden ⇓
27.02.2017 •
Şu da ygs sınav giriş yerlerimizin açıklandığı gün ⇓ , kendi lisemde gireceğimi öğrendiğimde aşırı mutlu olmuştum 😀
02.03.2017 •
Tabii bir de not paylaşım postları vardı ⇓
14.04.2017 •
Öylesine iyi geliyordu ki burası bana, çalıştıktan sonra neler yaptıklarımı anlatmak, içimi dökmek… Sadece bunlarla kalmadı tabi, biirçok insan tanıdım bu sayede. Benim yardım ettiğim birileri, bana yardım eden birileri oldu her daim. O yüzden ben bunu bir sosyal medya hesabı olarak göremedim, daha çok karşılıklı yardımlaşmayla birbirlerinden güç bulan içeride samimi arkadaşlıkların ve iyi kalpli insanların bulunduğu bir okul gibiydi.
Kendimi insanlara karşı sorumlu hissediyordum bu yüzden sınav bittikten sonra benden sonraki sınav tayfa faydalanabilsin diye her ders için “ne çözdüm, hangi hocaları dinledim” serisi yapmıştım. Sınava hazırlanan tayfalar eski postlara inip onları mutlaka okusunlar, oralara indiklerinde post’ları kaydedip daha sonraları da inceleyebilirsiniz, titizlikle hazırladım her birini. O postların bulunduğu kısmı atayım hatta, bulunması kolaylaşsın ⇓
Not kâğıdı üzerinde derslerin adı yazılı olan postlar. Onları okuyup, bakabilirsiniz, umarım işinize yarar.
- edit: bu paylaşımları arşivledim, dileyenler mesaj atabilir, paylaşırım, ve
Daha sonraları bir nevi, mezunluk serüvenime veda etmek için tüm kitaplarımı üst üste dizip bir fotoğraf çekilmiştim, o post’tan sonra da çok fazla kişinin keşfetine düştüm ve birçok tatlı insanla da yollarımız o sayede kesişmişti. O fotoğraf da şuydu ⇓
18.06.2017 •
Üniversite’deki arkadaşlarım bir kısmından bile “aa ben bu fotoğrafı hatırlıyorum keşfette çıkmıştı, sen miydin o, vaay be” tepkilerini almıştım. Ne diyelim, dünya küçük 🙂
Böyle böyle sürüp giderken sınavlar açıklandı, tercihler yapıldı.
1)Anadolu Üniversitesi- Sinema ve Televizyon
2)Anadolu Üniversitesi-İletişim Tasarımı ve Yönetimi
3)Dokuz Eylül Üniversitesi-Film Tasarımı ve Yazarlık
İlk tercihimi sadece 4 puanla kaçırıp ikinci tercihime yerleştim. Başlarda gerçekten çok üzülüp isyan etmiştim ama sonraları iyi ki de sinema olmamış dedim. İş imkânlarının inanılmaz derece kısıtlılığı büyük bir soruna yol açabilirdi, üstelik sinema sektörü tehlike de arz ediyor. İletişim Tasarımı bölümünün tüm iletişim alanlarını kapsayan geniş bir bölüm olduğunu öğrenince yüreğime su serpildi, iyi ki de orası olmuş dedim. Bu yıl Eskişehir’deki ilk yılımdı ve sanırım şimdiden en güzel yılım olmaya aday. (edit: daha güzellerini yaşadım.) Hazırlık okuduğum için bölümde değildim bu sene. Gelecek dönem geçeceğim, bu yüzden hâlâ bölümle ilgili yerinde gözlem şansım olmadı. Ama bir yıl boyunca çok güzel hazırlık hatıraları bıraktım ardımda. Hazırlık hakkında çok uzun konuşmak isterim ama onu da bir başka yazıda artık 🙂 -o yazı-
Niye bu kadar uzun sürdü bu yazı diye düşünecek olursanız, anlattığım tüm olaylar mezuna kalma yolumda bir puzzle parçalarıydı. Ortaokulu sevmemem bu yüzden sıradan bir lise kazanmam orada film yarışmalarıyla ilgilenmem ve derslerime kendimi yeterince veremeyip mezuna kalmam, en güzeli de bu vesileyle bu bloğun var olması 🙂
Hayatımda bir şeyler yolunda gitmediğinde hiçbir zaman körü körüne “niye been, her şeyimde bir sorun çıkıyor” diye isyan etmedim çünkü altlarından hep daha güzel şeyler çıktı. Her seferinde iyi ki dedirten şeyler. Bu yüzden, hayatınızın hangi döneminde olursanız olun, yaşadığınız bir düşüş varsa daha sonraları yükseleceğiniz içindir. Mutsuzluk döngüsüne kapılıp yok olmayın. Bu dünyada hepimizin puzzle parçalarını doldurabilmemiz için birbirimize ihtiyacı var.
Mezuna kalmayı kafasına takan tatlı arkadaşlar, umarım yazım size ilham verir ve endişenizin yersiz olduğunun farkına varırsınız 🙂 ve umarım bir zamanlar benim yaptığım gibi google’da mezuna kalmak üzerine en ufak bi tavsiye arayan arkadaşların da karşısına çıkar bu yazı da yalnız olmadıklarını anlarlar. Mezuna kalan öğrenci psikolojisine girdiğinizde hep bu macerayı deneyimlemiş birini arıyor insan örnek alabilsin diye.
En ufak bir endişe bile olmasın kafanızda, mezunluk hayatı denendi ve onaylandı, korkulacak hiçbir şey yok 🙂 hatta bana kalırsa dinlenme yılı bile diyebilirim evde çalıştığım için 😀
Dilerim hayallerinize giden yolunuzda emin adımlarla ilerler, hep iyi insanlarla karşılaşırsınız. Ha yazının görseli mi, o okul birincilerine verilen plaketlerden falan değil, ders harici bir sosyal etkinliğe emek verenler için onur plaketi 🙂 diyorum ya, hayat bir kapıyı kaparken diğerini aralık bırakıyor, yeter ki mücadele etmekten vazgeçmeyin 🙂
- ÜNİVERSİTE SINAVINA EVDE HAZIRLANMAK 👩🏫 yazımda da hangi derse nereden ve nasıl çalıştığımı, sınav sürecinde disiplinli olmak için neler yaptığımı okuyabilirsiniz.
Merhaba Ece abla. Ben de şu an tıpkı senin gibiyim. Sınavıma 4 ay var ama istediğim okula bu sene galiba yerleşemeyeceğim. Mezuna kalma düşüncesi aklımı hep kurcalıyordu ama bugünlerde daha çok kurcalıyor. Ailem bu sene başında dershaneye gitmeye zorladı beni, ben de maalesef onları ikna etmedim ama böyle olacağımı bilsem gitmemek için çabalardım. Okul ve dershaneyi yürütemiyordum ve okulu bıraktım ama 1.5 yıldır evde kalmıştım ve evde kalmak aslında doğru seçim değildi ama dershaneyi bırakmazdım çünkü ailem ödeme yapmıştı. Ailem hep dershanesiz olmaz diye düşündü ve eğer mezuna kalırsam bana yine aynı şeyi söyleyecekler biliyorum ama tekrar pişman olmamak için senin gibi çabalayacağım. Bana pek inançları yok ama ben kendim evde çalışmaya alıştırıp dershaneye gitmeden başarmaya çalışacağım. Her ne kadar 4 ay kalsa da asla pes etmeyeceğim yine çabalamaya devam edeceğim. Bana inanmayan bir ailem var ama ben kendime güveneceğim. Çok teşekkürler Ece abla, yazılarınla gerçekten bana çok yardımcı oldun. 💗
BeğenLiked by 1 kişi
Merhaba, çok teşekkür ederim Ceren, dilerim emeklerinin karşılığını alır ve mutlu olduğun yerde olursun. Çokça sevgiler 💛
BeğenBeğen