Blog dünyasına giriyorum ama tamamen ihtiyaçtan.
Sait Faik demiş ya hani: Yazmasaydım delirecektim…
İlkokul 1.sınıfa başlayacağım günün akşamı,
Babaannem ve dedem de bizdeydi. Okul kitaplarını önceden verdikleri için, hemen koşa koşa Türkçe kitabımı alıp onlara götürmüştüm. Birebir hatırlıyorum, ilk sayfasında “Minik Kuş” adlı bir şiir vardı, arka planda da sarı bir kuş resmi.
Dedemin yanına oturup işaret parmağımı şiirdeki kelimelerin üzerinde gezdirmeye başladım. “Dedee ben okulda bunu okumayı öğreniceem” dedim. Dedem “Evet torunum, birlikte kitaplar okuyacağız senle” dedi. Sonra koltuktan indim bir kalem aldım, kitaba yazarmış gibi yapmaya başladım. “Bak dedee ben böyle yazmayı da öğreniceem” dedim. Dedem “Aah, bu incecik bilekler kalem mi tutacak” dedi güldü.
Masmavi gözlerinin içine bakıp şunu dedim “BEN HEP YAZICAM ÇOK YAZICAM DEDE”
Yazmayı öğrendiğim ilk andan itibaren de sürekli yazdım, dur durak bilmeden devamlı… Hatta öyle ki bazen ilkokulda teneffüslere çıkmaz kitaptaki yazıları defterime geçirirdim. Nedensiz yani, sadece öyle istediğim için. Sanırım dedem ve büyük dedemden gelen bir tohumdu bu yazma dürtüsü. Dedemin dedesi şairmiş, bir sandık dolusu şiiri varmış. Tabii öldükten sonra çocukları, torunları, o şiirleri sandıktan çıkarmayı geç akıl ettiklerinden, farelerin o şiirleri bir güzel kemirdiğini görünce sandıkla birlikte yakıp atmak mecburiyetinde kalmışlar. Ben de onların yalancısıyım. Çok isterdim, günümüze kadar koruyabilmelerini.
Sonra kendi dedem, bana çocukluğumda edebiyatı, sanatı aşılamaya başladı. Gazetelerdeki bulmacaları birlikte yapardık. Yeni öğrendiğim bilgileri iyice açıklar, örnekler vererek anlatır, bir sonraki bulmacada sorardı… Beni parka götürürdü, salıncağa oturtur, sonra boyuma inip “Bugün hangi türküyü söyleyeyim ya da hikaye anlatmamı ister misin?” derdi. Ben de bir gün türkülerini, bir gün anlattığı efsaneleri, öykülerini seçerdim. Genelde beni bulutlara kadar uçurur gibi sallarken “Kara Tren” türküsünü söylerdi. Ve bunları üşenmeden her defasında yapardı. Bazen yavaş sallar masal anlatır, bazen çok hızlı sallar hareketli şarkılar söylerdi. Ne zaman dedemlere gitsek, hemen “Dede parka, dede parka” diye tutturuyordum çoğunlukla.
2008’de, ben 10 yaşımdayken vedalaşmak zorunda kaldık. Çünkü iyileşmeyen beyin tümörü daha da ilerlemişti, dedemi en son gördüğümde hastahane odasında hareketsiz yatıyor, gözleri boşluğa bakıyordu. Babaannemin elini de sımsıkı tutuyordu. Babamlar “Dedene dokunma, dışarıdan geldin, mikropları geçirebilirsin” demişlerdi. Sessizce bakmıştım o an. Mavi gözleri tavana bakıyordu, boştu ama, anlamsızca bakıyordu. Babaannem bir yandan ağzını siliyor, kaşıkla su veriyordu. “Dede parka dede parka” demeyi öyle çok istedim ki… Sanki “Şaka yaptıım, hadi parka gidelim torunum” diyebilir gibiydi. 10 yaşındaydım daha, vedalaşmak için çok fazla erkendi.
Fazla tutmadılar odada, o anki görüntüsü aklımdan çıkmasa da, en çok parktaki zamanlarımızı hatırlıyorum.
Bir akşam çok kötü olmuştu, babamlar beni anneanneme emanet edip, hastahaneye gitmişlerdi. Endişemi belli etmeden içimden “İyileşsin, iyileşsin “diye dua ediyordum. Babamlar o gün hastanede kaldılar ertesi akşama kadar. Sonra ertesi akşam 9-10 gibi telefon geldi, anneannem açtı, “Tamam tamam” dedi. “Noolmuuş noolmuuş” dedim. “Deden ölmüş kızım, şimdi babanlar gelecek babaannenlere gideceğiz, üstünü giydireyim gel” dedi.
“Ölmüş müü” dedim. “Daha fazla acı çekmemesi iyi oldu be kızım. Durumu çok ağırdı zaten” dedi.
O zamandan beri ne zaman dede ve torun görsem, istemsizce gözlerim dolar. Sanata dair attığım her adımda aklıma gelir mavi gözlü dedem.
Ölümünden tam 2 sene sonra 2010 yılında ‘Çocuk Hakları’ konulu şiir yarışmasında dereceye girdim. Valilikte ödüllerimiz dağıtılırken o kadar çok isterdim ki beni görmesini, benimle gurur duymasını. “Bu şiirim senin için dede” dedim. Ve her ne yazıyorsam hepsi senin için…
“ben hep yazıcam çok yazıcam dede”

Eminim görüyordur sizi ve çok gururlanıyordur…
BeğenLiked by 1 kişi
🙏🏻💫
BeğenLiked by 1 kişi